NOSTALJİK BİR NOEL


İki haftadır ‘30ların, ‘40ların, ‘50lerin Beyoğlu’sunda gezinmeye çalışırken bir tek Taksim Meydanı’nı gezebildik. Bu haftaki yazıda da Taksim’den Tünel’e doğru yürüyemeyeceğiz. Noel ve Yılbaşı nedeniyle, o günlerde Beyoğlu nasıldı, ona bakalım diyorum.

Eskiden Rum okulları sömestr tatillerini Noel ve Paskalya bayramlarına denk getirir ve okullar kapatılırdı. Böylece bu dinsel açıdan özellikle önemli günler dolu dolu yaşanır, kiliseler dolup taşar, örf ve adetler neleri gerektiriyorsa, onlar yapılırdı. Derken, beklenmedik bir anda, azınlık okulları ile ilgili masadan gelen bir emirle, bu tatillerimiz yasaklandı. Günler zor günlerdi. Kimse nedenini sorma –zaten nedeni belliydi- cesaretini gösteremedi. Emre uyuldu ve öğrencilerin, dolayısıyla da ailelerinin, bu dönemdeki yaşam biçimi değişti.
Peki daha evvel durum nasıldı?
Üç önemli okul vardı Beyoğlu’nda: Erkek talebelerin devam ettiği Zoğrafyon Lisesi’yle, kızların devam ettiği Zappion Kız Lisesi ve Merkez Kız Lisesi. Zoğrafyon Lisesi’ne daha hali vakti yerinde olan aileler yollardı erkek çocuklarını. Mali durumlarına göre okula para ödenirdi. Fakir aileler ise Fener’deki ‘Kırmızı mektep’i tercih ederdi. Çoğu ücretsiz okurdu. İstanbul’un dört bir yanından, Boğaz’daki köylerden, Adalar’dan, Samatya’dan, Kumkapı’dan, Lânga’dan... Çocuklar oraya doluşurdu. Ama Beyoğlu bir başkaydı... Cihangir eşrafının kızları Zappion Kız Lisesi’ne giderdi; erkek çocukları da Zoğrafyon’a. Tercih ettikleri kilise ise Taksim’deki Ayatriada idi. Ailelerin oturacak özel sıraları vardı. Bunu ya seneliğine kiralarlar ya da ‘satın alırlardı’. Bu ikincisi başarılması zor bir şeydi. Büyük Muhsinlere mahsustu. Hele hele despot tahtının karşısında oturacak sıraya sahip olmak büyük şerefti. Zarifis’ler Zappa’lar, Zoğrafos’lar falan otururdu oraya. Hanımların ise yukarıda, ‘yinekonitis’ denen, kadınlara ayrılmış kesimde oturacak yerleri olabilirdi. Çocukların yeri kilisenin tam ortası, var sayılan orta koridorun iki yanıydı. Ayakta dururlardı. Ekseriya, kızlar girerken solda, despotun tahtının karşısından, erkekler ise sağda, despot tahtının yanı başından başlayarak sırada dururdu. Bu arada kilisede görevli olan çocuklar “ayinin icap ettirdiği yerde” olurdu. Hatırı sayılır sayıda arkadaşımız, papazın âyini idare ettiği kapının iki yanındaki koro yerine çıkar, okuyuculara eşlik ederdi. İlahilerin nasıl okunacağını öğrenirdi. Bunlar geleceğin koro üyeleriydi, dolayısıyla sesi güzel olan erkek çocuklarından seçilirdi. Başlarındaki hocalarıysa bu işi çok ciddiye alırdı. Başka görevler yüklenen çocuklar da olurdu. Bunlar ekseriyetle “iyi” ve “uslu” çocuklardı. Ayatriada’da da, Merkez Katedral olan Tepebaşı’daki Panayia kilisesinde de, daha esnaf kişilerin kaldığı Kalyoncu kulluğu yokuşunun alt kesimlerinde olan Aya Konstantin kilisesinde de durum böyleydi. Okulla birlikte grup olarak gelinmişse, üstlerde okul üniforması olurdu. Özel günlerde ise bayramlık elbiseler giyilirdi. Ayatriada’dakilerin üstündekiler; Vakko’dan ve Beyoğlu’ndaki diğer büyük dükkânlardan alınmış giysilerdi. Avrupa’daki son modaya uygundu. Galatasaray’daki “Elişi” mağazasının sahibinin oğlu sınıf arkadaşımdı. İddia üzerine, okula, tüm ders yılı süresince, her gün başka bir kravat takarak gelmişti. Hepsi de birbirinden güzel ve Avrupa malıydı. Her sabah sınıfa girişi beklenir, gereken kontrol yapılır, durum tespit edilince de alkış kopardı. Öğretmenler bile oyunun bir parçası olarak durumu merakla izlerler, daha liberal olanlar lâtife bile ederlerdi. Eski “ciddi” hocalar ise durumu fark etmemiş gibi davranır, yüz vermemeye çalışırdı.
Dokuz gibi başlayan âyin, onbir buçuk gibi sona erdiğinde, evde öğle yemeğinde hazır bulunmaya, yaklaşık bir saatimiz olurdu. Ayatriada kilisesinden çıkanlar Taksim’den Galatasaray’a doğru ilerler, Panayia kilisesinden çıkanlar ise tam aksi güzergâhı izlerdi. Aya Kostantin kilisesinden çıkanlarsa üç beş dakikalık gecikmeyle bunlara katılırdı. Kızlı erkekli gruplar oluşur, hatta beraberlikler de orada başlardı. Böyle tanışmış ve aile kurmuş pek çok çift, arkadaşımdır. Hala buluşur “eski güzel günleri” anarız...
Gezinti, nedense, Taksim’den inerken solda kalan kaldırımda olurdu; diğerine rağbet yoktu. Herhalde herkes herkesi görebilsin diye, kendiliğinden oluşmuş bir yasaydı bu; kimse çiğnemezdi. Öğleden sonra, saat 4’te başlayan ve ekseriya 7 gibi sona eren olası partiler de, davetler de bu gezi esnasında gerçekleşirdi.
Yerimiz yine bitti ve biz ne Katolik kiliselerindeki kreşlerden ne de yılbaşında tertiplenen, tüm Beyoğlu mağazalarının katıldığı vitrin yarışmalarından söz edebildik...
Ne yapalım? Başka bir sefere...