Milli öğütüm sisteminin içinden geçmiş her Türkiyeli bireyin hafızasında izler bırakan “belirli günler ve haftalar” temalı askeri düzen içerisinde yapılan törenlerin tek amacı öğütüm sisteminin tamamında da olduğu gibi ağacı yaş iken eğip ehlileştirmektir. Ehlileştirmekten kastedilen pek tabii devletin çizdiği sınırlar çerçevesinde Sünni islamı yaşayan, milliyetçi ve zenofobik, düşünmekten ve sorgulamaktan korkan ataerkil bireyler yetiştirme amacıdır.
29 Ekim, 23 Nisan gibi milli bayramlar için düzenlen törenlerin yanında, Atatürk’ün ölümü, İstiklal Marşı’nın kabulü, Çanakkale şehitlerini anma günü gibi milli simge ve olaylara vurgu yapan 10 Kasım, 12 Mart, 18 Mart gibi tarihlerde düzenlenen bu törenler milli bilinç ve duyguların enjekte edilmesini amaçlıyor. Tek düzeliğine, sıradanlığına ya da tören esnasında öğrencilerin hal ve hareketlerine bakarak istenilen etkiyi yaratıp yaratmadığına dair kesin bir kanıya varmadan önce, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları adına saygı duruşunda bulunulduktan hemen sonra İstiklal marşı okunurken öğrencilerin “milli duyguları” hat safhada yaşayıp boğazlarını yırtarcasına marş söylemelerini çıplak gözle izlemeniz tavsiye edilir. Aynı duyguları İzmir’de 3-4 yıl önce oynanan bir maçta yaşarlarken şahit olmuştum. Gençlerbirliği ve Fenerbahçe arasında oynanan futbol maçında çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu Fenerbahçe tribününde “Bir Ermeni öldü, on binler yürüdü, şehitler ölünce hanginiz yürüdü?” diye tezahürat yapılıyordu. Şok olmuştum, üzülmüş ve öfkelenmiştim. Ölen “bir Ermeni” Hrant Dink’ti. Hrant Dink ölmemişti, devlet dersinde pişirilmiş, paramiliter ağabeylerin elinde terbiyelenmiş bir katil tarafından öldürülmüştü. Yakın dönemde yaşadığımız, en iç acıtan, en dayanılmaz, en karanlık gündür 19 Ocak. Fakat “yakın dönem” adım adım uzaklaşıyor. Hrant Dink’in devletin gözü önünde ve onun derin elleriyle katledildiği o lanetli günün üzerinden kocaman bir dört yıl geçti. Dört yıldır adalet istiyoruz fakat devlet, adalet ve vicdan kavramlarından bihaber; katilleri korumak ve kollamakta kararlı. Adalet bir yana, duruşmalarda Dink ailesinin maruz kaldığı hakaretler ve hükümetin AİHM’ye yolladığı çirkin savunma da cabası. Üstelik katilin tahliye olabileceği ihtimali de hala gündemde. Böyle bir atmosferde devletin belirlediği günler ve haftalar takviminin yanı sıra toplumsal vicdanın belirlediği belirli günler ve haftalar takvimi de var “yalnız ve güzel” ülkemde. 19 Ocak gibi, Hrant’ın duruşma tarihleri gibi, annelerin cumartesileri gibi, emeğin 1 Mayıs’ı, 6-7 Eylül ve 24 Nisan gibi unutulmaması gereken toplumsal vicdanın belirlediği günler… 19 Ocak’ta geniş kalabalıklar toplanıyor Hrant için, adalet için fakat ne yazık ki Hrant.’ın duruşmalarında bir avuç insan oluyor her seferinde, adalet talebi oldukça cılız kalıyor. Haklar ve adalet konusunda tefessüh etmiş bir yargı sistemine, devlet zihniyetine karşı çok daha yüksek sesle adalet talebimizi dile getirmekten başka hiçbir çaremiz yok. Bebekten katil yaratan bir karanlığa ışık tutmak istiyorsak, Hrant Dink davasının takipçisi olmak zorundayız. Hrant’ı sadece 19 Ocak’ta hatırlama alışkanlığını edinirsek 19 Ocak’ta bir araya gelmenin okul törenleri kadar sahte bir hal alması kaçınılmaz olacak. Hrant’a borcumuzu ödemek için haykırdıklarını unutmamalı, duruşmalarının takipçisi olmalı, 19 Ocak’ta bebekten katil yaratan bir karanlığın üstüne güneş gibi doğmalı ve bu lanet karanlığı aydınlatmalıyız.Bugün 19 Ocak.
4 yıl oldu.
Hrant Dink’i aramızdan almalarının 4. yılında
bir kez daha omuz omuza vermek için,
ailesi, dostları ve bütün sevenleriyle birlikte
onu anmak icin saat 3'te,
Hrant'ın vurulduğu yerde buluştuk.
Bebekten katil yaratan karanlığa ışık tutmayanlar,
Bebekten katil yaratan karanlığa ışık tutmayanlar,
o karanlığı istiyor demektir.
O karanlığı hep birlikte ortadan kaldıralım.
O karanlığı hep birlikte ortadan kaldıralım.
Hrant için, Adalet için!