Demokrasi-İleri Demokrasi-En İleri Demokrasi




Demokrasi – İleri demokrasi – En ileri demokrasi

Kurtuluş savaşı kazanılmış, yeni cumhuriyetin temelleri atılmak üzeredir. Tek millet esasına dayanan bu devletin, içinde bulundurduğu çok uluslu yapıya zarar vermemesi düşünülemezdi bile. 1920’de hemen daha savaş kazanılmadan doğu bölgeleri ile ilgili raporlar hazırlanmaya başlar. Raporu hazırlayan Hamdi Bey ‘ "Dersim bir çıbandır. Bu çıban okşamakla tedavi edilemez. Bu yarayı kökünden koparmak gereklidir"  şeklindeki tespitleri, 1 Kasım 1936’da Mustafa Kemal Atatürk tarafından meclis kürsüsünden tekrar edilecektir. Doğu illerindeki merkezi otorite eksikliğini çözmek için birbiri ardına raporlar hazırlanmış ama hiçbir soruna çözüm olamamıştır. 1935 yılında, Başbakan İsmet İnönü doğu illerindeki halkın, isyan çıkartabileceği şüphesi ile bir rapor hazırlatır.
Bu rapor, Türk ve Kürt kimliklerinin derin çizgilerle ayrıldığı ve ülke olarak hala canımızın yandığı ‘kimlik’ meselesinin başladığı tarihtir. 1920’den beri ayak seslerini duyduğumuz sorun, giderek büyür ve 1938’de Dersim isyanı olarak karşımıza çıkar. Sanırım buraya kadar garip bir şey yok. İsyan eden, devletin bekassını sarsabilecek oluşumların herkes gibi karşısındayız ama dersim harekâtı, kimin suçlu kimin suçsuz olduğu belli olmaksızın, kadın erkek genç yaşlı ayırt etmeden bölge insanına karşı yapılan bir harekettir. Yapılan fiili saldırıdan çok, çıkartılan Tunceli kanunu; düzeni sağlamak ve güvenlik açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya yetkiliydi. Bu olağanüstü kanunla amaçlanan, çoğunluk olarak bulunan kitleyi, küçük parçalara ayırıp zaman içinde kendi benliklerini unutturma çabasıydı.  Aşiret düzeni halinde yaşayan aileler(otonom yapı), ikili üçlü parçalara ayrılarak, TÜRK çoğunluğun olduğu yerlere yerleştirilmişlerdir. 15-20 senelik bir sessizlik döneminden sonra,1960’larda bölgede bireysel hareketlenme yeniden başladı. Bu hareketlenmenin tek açıklaması vardı Türkiye Cumhuriyeti'nin pozitivist ulusalcılık anlayışının, Kürt bölgesindeki halka ekonomik, kültürel, ulusal ölçütler hiçe sayılarak zorla dayatılmasıydı. Cumhuriyetin kuruluşundan bu günlere kadar sürdürülen asimilasyon politikaları, şiddetle bastırılan kitlenin sopayı unuttuğunun kanıtıydı. Ama anlayış değişmedi. Anlayışın değişmemesi 1974 yılında PKK’nın kurulmasına neden oldu. En büyük belada bu tarihte başladı. Bana göre haklı ile haksızın yer değiştirdiği tarihtir 1974. PKK’nın eylemleri, üstüne bomba atılan Dersim’li çocuğun haklılığında bir anda silip götürmüştür. Sivillere yapılan saldırılar, bu çözümsüz kimlik meselesini daha da çözümsüz hale getirmiştir.
 Artık taraflar bellidir. Ölen insanın kıymeti yoktur. Ölen ya şehittir ya da davası uğruna ölen!kahpe terörist . Kiminin mezarı bile yoktur. Öyle bir davadır ki bu analar çocuklarını kaybettiklerinde ‘vatan sağolsun’ der geçer Öyle bir davadır ki bu 30.000 kişi ölmeden devletin aklına açılım yapmak gelmez. Terör yapma gel siyaset yap deriz, sonra ona da tahammül edemeyiz. Atanmışlara seçilmişleri kapattırırız. Kapattığımız partinin genel başkanına bide yumruk atarız. Sonra televizyonları açarız şehit haberleri…2009’a kadar Kürtçe televizyon kanalı açmak gelmez aklımıza, oysa bu bölgelerde yaşayan erkekler Türkçeyi askerde öğrenir kadınlar ise hiç öğrenmez. Çözüm kolaydır, alırlar eve bir çanak anten açarlar (MED TV) Roj Tv. Güzel otoritemde ödün vermez çizgisinden. 1996’da Kürtçe bir şarkıya albümümde yer vermek istiyorum der Ahmet Kaya. Bunu söylemesiyle, ‘canım ülkem’ dediği yerden sürülür adeta. 96’da kimlik bilincinde olmayan İbrahim Tatlıses, bundan 14 sene sonra bir ‘kardeşlik türküsü’ söyleyesi gelir, o gün çatal bıçak atanlar ayakta alkışlar. Kürtçe gazete yayınına güzel otoritem izin verir, sonra genel yayın yönetmenini 574 yılla yargılar. Sonra 2010 gelir bize ileri demokrasi derler. Peki biz yanımızda yaşayan komşumuzun haklarına saygı göstermeden, çoğulcu yapı ile azınlıkta kalanı ezmeye çalışırken, kendimizi baya demokrat kabul etmedik mi? Sanırım bize bu kadar demokrasi yeter. Daha ilerisi daha çok can yakacak gibi gözüküyor.