Demokrasisi daha tam anlamıyla kurumsallaşamamış, kültürel olarak da kapalı olan toplumlarda, var olan normlara ve genel olarak da sistemin kendisine muhalif yazılı ve sözlü anlatımların, ciddi bir tehdit olarak algılanabildiğini görmek mümkün. Özellikle sadece belli bir doktrine açık, bunun dışında dışarıdan gelen her şeye windows'un casus yazılım programı gibi yaklaşan zihniyetin hakim olduğu toplumlarda hakaretle eleştiri arasındaki o ince çizgi daha da incelir ve duruma göre değişken bir hal alabilir.
Türk toplumu da, özellikle son on yılda, şu anda donma noktasında olan Avrupa Birliği ve diğer global akımların ittirmesiyle, açık bir toplum olma yoluna adeta zorlanarak da olsa girmiş gözüküyor. Ama bu yolda o kadar yavaş ilerleniyor ki yirmi sene önceki konuları, hala neredeyse aynı kavram ve çerçevelerle tartışabiliyoruz! Bu elbette pek iç açıcı bir durum olmasa gerek...
Açık topluma dönüşme yolunda yine ite kaka da olsa, farklı ve çeşitli ifade şekilleri olabileceğini devlet de kabul etmek zorunda kaldı literatürde. İşin aslı o ki; çoğunluğun bu durumu hala içine sindiremediği ortada. Karikatüristlere açılan dava, ceza ve yaptırımların çokluğu bunun en açık ifadesi. Öyle davalarla karşılaşıyorsunuz ki, yargının karikatürdeki görselliğe dayalı ifade şeklinin ne anlama geldiğini dahi çözemediği sonucuna varabiliyorsunuz.
Karikatür her ne kadar Türkiye'de ciddi bir geçmişe sahip olsa da, bence son on on beş yılda daha güçlü bir ivme kazandı. Tabii bunda post modernist, şeffaf toplumu destekleyen akımların küresel bir aktiflik kazanması da etkili. Çünkü bu düşünce akımları ister istemez, kollektif bir zihniyetle, devletleri farklı ifade hallerine izin vermek zorunda bırakabiliyor. Ama elbette her kapalı toplumda ve halkıyla mesafeli devlet biçimlemesinde olduğu gibi, bu süreçte ciddi sancılar yaşanıyor. Sözlü ve yazılı basın Türkiye'nin toplumsal ve devletsel olarak daha iyi bildiği bir kavram. Ama karikatür; en üst yargı makamlarının, üst düzey siyasetçilerin dahi anlamlandırmakta zorlandığı daha yeni bir ifade şekli. O yüzden, karikatürlerde çok açık bir şekilde dünya lugatına göre eleştiri olarak kabul edilebilecek bir şeyi, birçok üst düzey yönetici, siyasetçi, yazar hakaret olarak algılayabiliyor.
Başbakan kendisini yumağa dolanmış bir kedi olarak çizen Penguen'e öfkelenebiliyor. Halbu ki eğer Türkiye toplumsal ve devletsel olarak farklı ifade şekillerini gerçekten benimseyebilmiş olsaydı, karikatürleri anlamlandırmada bu kadar zorlanmazdı diye düşünüyorum.
Çünkü bir karikatürde, karikatürize edilmiş olay; eğer gündemle ilişkiliyse, kullanılan kavramların mecaz anlamda toplumsal kültürde bir karşılığı varsa ve kendi içinde tutarlı belli bir kompozisyon içeriyorsa, burada kişiye yönelik bir hakaret yoktur. Yani penguen hepimizin hatırladığı gibi, sayın başbakanı yumağa dolanmış bir kedi olarak çizerken amacı başbakana hayvan demek değildi. Burada karikatüristin amacı, İmam Hatipler konusunun bir türlü çözülememesini eleştirmekti.
Bir ülkede basın özgürlüğünün ne ölçüde olduğunu anlamanın en pratik yollarından biri, o ülkedeki karikatürlerin ne kadar yaygın, politik ve eleştirel olabilirliğine bakmaktan geçer diye düşünüyorum.
Ama karamsar değilim, Türkiye'nin zamanla farklı ifade şekillerini özümseyebileceğine inanıyorum. Zaten karikatür dergilerinin genç nesil arasında yok satması bunun bir işareti gibi görünüyor.
Hedef, Türkiye'nin içine battığı neo islamcı ve kemalist statükonun arasındaki savaşı püskürterek, Avrupa Birliği sürecine geri dönmesi ve açık toplum olmanın getirdiği değerlere daha da sıkı bir şekilde bağlı kalmaya çalışması olmalıdır.