George Orwell “1984” romanını yazdığı dönemde, kurduğu ütopya dünyasını maksimum seviyede düşünerek oluşturmuştur. Orwell, 1984 senesinde dünyanın bu noktada olacağını Büyük Britanya romanı üzerinden anlatmıştır. Bu romanla, dünya “Büyük Birader”le tanışmış ve onun limitsiz gözetim altında tutma gücünü sembolik olarak görmüştü. Büyük Birader her evde, her sokakta her an sizi izliyor ve ne yapıp yapmayacağınıza karar veriyor Orwell’a göre. En azından 1984 yılında öyle olacağını düşünüyordu. Gelin “1984”e “2010’ ”dan bir göz atalım.
Ne diyordu Orwell; evlerimizdeki televizyonlardan bizleri izleyecekler ve neler yaptığımızı denetleyecekler. Birileri bizim neler bilmemizi, nasıl bilmemizi istiyorsa onları bileceğiz ve bu, onların istedikleri biçimde olacak. Kimse sorgulamıyor, çünkü bu mekanizma öyle işliyor ki kimse aslında neyi sorgulaması gerektiğini dahi bilemiyor. Ülkeler, bir gün biriyle “dost” oluyor, bir gün sonra “düşman” dediğine, sanki öncesi hiç olmamış gibi davranıyor. Şu anda durum bu noktada olmasa da, televizyonlarımızın açma düğmesine bastığımız anda, televizyonun nerelere ne sinyaller gönderdiği ya da kanal değiştirdiğimizde yine nerelere, ne gibi bilgiler gittiği konusunda hiçbir fikrimiz yok. Orwell’ın romanında betimlemediği birçok teknolojik izleme cihazıyla da haşır neşiriz bu gün; cep telefonları bunun en güzel örneğidir şüphesiz. Sürekli açık halde ve sinyal alıp verme pozisyonunda oldukları için, hangi dakikada neredeyiz çok da zor olmadan denetlenebilir. Yani bugüne kadar Büyük Birader’in gözü, istediği pek çok şekilde üzerimizde oldu. Hala da öyle olmaya devam ediyor. Biraz daha açmakta fayda vardır belki.
Hayatımıza yeni yeni giren ve iyice alıştığımız Mobese kameraları da bu izlenme faaliyetinin nadide eserlerinden. Şansımız var ki, Türkiye’de henüz izlenme paranoyaklığı, Orwell’ın da kendine model olarak aldığı Büyük Britanya’nınki gibi değildir. Örneğin; Londra’da bir halk otobüsü 10dan fazla kamerayla izlenmekte. Türkiye’deki Mobese kamerası uygulaması Londra’nın hemen her sokağında var. Mesela, siz sıradan bir Türkiye’li turist olarak vizenizi aldınız ve İngiltere’ye gideceksiniz. Vize evrakları aracılığı ile fişlenme kısmını atlıyorum. Londra’da havaalanına indiğiniz andan itibaren, kaldığınız süre içerisinde hangi gün, hangi saat nerede olduğunuza kadar izlendiğinizi söylemek çok da yalan olmaz. Ülkemiz de, o noktaya emin adımlarla ilerlemekte. Bunun en büyük sebebi, güvenlik endişesi ve devletlerin paranoyaklığı. Bu da, elbette ki Büyük Birader’in her yeri gözetim altında tutma isteğine yol açmakta.
Ancak Büyük Birader, bugünlerde biraz korkmaya başladı. Sebebi bir adam: Julien Assange. Bu adam, Büyük Birader’i kendi silahlarıyla vuran bir güç. Genç bir Avusturalyalı çıktı ve Orwell’ın 84’ünde söylediği o meşhur söze bir rötuş yaptı: “Büyük Birader Seni İzliyor! Biz de Onu!”
“Wikileaks nedir?” diyenlere benim cevabım, bugünlerde şu oluyor: Artık Büyük Birader, kendi geliştirdiği teknolojinin önünde duramıyor ve “izlenenler” kameralarını “izleyene” çevirdiler. Artık, onlar Büyük Birader’i sıkıştırıyor. Neler yaptığını ve bunları, nasıl, ne zaman, nerede yaptığını öğrenmek istiyor. Dahası, Wikileaks sayesinde öğreniyor da. Birader korkuyor, kendini bilmez bir “izlenen” işleri çok karıştırdı ve bunu kendisiyle de dalga geçerek yapıyor. Yukarıda kafalar karışık, yukarıda bir yerlerde Biraderler, “ne yapacağız biz?” diye birbirlerine soruyorlar. Benim Wikileaks hakkında yorumum bugün budur, ancak yazımı bir Orwell-vari bir teoriyle de bitirmek isterim: ya bu Assange de Biraderlerin maşasıysa ve aslında o bile bunun farkında değilse? Çok da komplo teorisi olmadı bana kalırsa…
Yazar: "ÖTEKİ" KÖŞE