TÜRKİYE’DE ASKERLİĞİN GERÇEK YÜZÜ


         
          Bazı insanlar vardır; gerçekten cesurdurlar. Kız arkadaşı yanındayken ona atılan lafı duymazlıktan gelecek kadar cesur... Bir tartışma esnasında, anasına küfreden bir kişinin seviyesine düşmektense dönüp arkasını gidecek kadar cesur... Tribünde herkes “Yönetim istifa!” diye bağırırken, bağlı olduğu futbol takımı adına üzüldüğünden dolayı tribünü bir an evvel terkedip, ailesine giderek moral bozukluğunu paylaşacak kadar cesur... Korkudan, geceleri ağlayarak askere gitmek yerine, ülkesindeki askerlik sisteminin ne kadar gereksiz olduğunu belirtecek kadar cesur...

          Bir de korkaklar vardır; gerçekten korkaktırlar. Kız arkadaşına laf atana dalarlar, ya dayak yerler ya da atarlar, ama muhakkak yaralanırlar, yanındaki kız arkadaşını korkutur hatta tehlikeye atarlar. O kadar korkaktır ki, o laf atan ayının bile, kız arkadaşını elinden alabileceğini düşünür. Aynı korkak anasına küfredildiğinde, küfredenin, annesiyle gerçekten de seks yapabileceğine inanır, o kadar korkaktır yani. Maça gittiğinde herkes gibi o da klüp başkanını istifaya çağırır. Küfreder; i*ne “a”, gerizekalı “b”, şaşı “c”... Futbol takımının kötü gidişi o kadar korkutur ki o ödleği, hayvan gibi sağa sola saldırarak gösterir tepkisini. Ailesinin pohpohlamasıyla, askere de arslanlar gibi gider aynı korkak. Teslim olmasına günler kala her gece yatağında gizlice ağlar, ama delikanlı ya, sabah uyandığında yine komando kılığına soyunur.

         Yaklaşık 22 yaşında, 12 Aralık 2010’da teslim olacak bir askerim. Hayatımın ilk 10 senesini Almanya’da yaşadım. Yaşanabilecek en iyi çocukluğu yaşadım. Türkiye’ye döndüm, en ünlü liselerden birinde okudum. Mezun oldum. Marmara Üniversitesi’nde İşletme okudum. 4 staj yaptım. yurtdışında uzun süreli 3 dil kursuna katıldım. İngilizce ve Almanca biliyorum. CV’ye bakıldığı zaman fena sayılmam kısacası. Şimdi 156 günlük bir boşluğa gireceğim. 2 saniye sonrasının bile belli olmadığı bir hayatta 156 gün... Orada günde 2 saat nöbet tutacağım, her sabah 6’da kalkıp 9’da uyuyacağım, sigara içmediğim halde diğerlerinin yere attığı izmaritleri toplayacağım. Bunlar rutin işlerim olacak, aniden meydana gelebilecek saçmalıklardan bahsetmiyorum bile.

          Asker olacak olmam sebebiyle çevremden bir sürü tavsiye, eleştiri ve yorum alıyorum. Tecrübesizliğimle fikirlerimi dile getiriyorum: “Askerlik zaman kaybından başka bir şey değil.” “Aa! Olur mu hiç? Orası bambaşka bir dünya, adam olacaksın orada. Ne cahiller var; her şeyi orada öğreniyorlar.” gibi cevaplar alıyorum. Herkesin anlaşmış gibi bana söyledikleri...

          Doğum, sünnet, ilk boşalma, ilk cinsel ilişki, üniversiteye giriş... Bir türlü adam olamadık, askerde de olamayız diye tahmin ediyorum. Askerliği takip eden işe girmek, baba olmak, dede olmak, ölmek vs. var.

          Türkiye’nin dört bir yanındaki cahil insanların askerdeyken bir şeyler öğrendiklerine %100 katılıyorum. Ama bir itirazım var. Şu ana kadar T.S.K. bana 15 TL yol parası verdi. Yaklaşık 20 sayfa kağıt ve 2 mektup zarfı harcadı. Daha bana kışlık ve yazlık kamuflaj verecekler, kep verecekler, don, çorap, çanta, kasa, pijama, kahvaltı, öğle-akşam yemeği verecekler. Isıtması, suyu, elektriği... Bir de silahlara ve askeri personele harcanan paralar düşünülürse epey yüksek bir maliyet çıkıyor karşımıza. Bu maliyet, eğitime kaydırılsaydı, Türkiye’nin bozuk olan eğitim zemini yerine daha sağlam bir altyapı kurulamaz mıydı? Peki, bu sağlam eğitim altyapısı sayesinde Türkiye’nin dört bir yanındaki cahil insanlar, eğitimli vatandaşlar olmazlar mıydı? Tüm bunların yanında, T.S.K. Kıbrıs’a çıkarma yaptıktan sonra ne yaptı? “Bir avuç” diye ifade ettiği başdüşman PKK’ya karşı başarısız oldu. TSK’nın 3 temel görevi vardır: İç huzuru sağlamak, vatandaşın güvenliğini sağlamak ve irticayla mücadele etmek. Hiçbirimizin içinde huzur kalmadı zaten. TSK’nın alamadığı önlemler sonucunda ölen asker, kadın ve bebek sayısı ortada. Şimdi de TSK’ya: “Sen irticayla mı mücadele ediyorsun?!” diye hesap sorulduğunda “Yok! Yemin ederiz ki biz böyle bir şey yapmıyoruz.” diye cevap veriyor.

          Ben, eleştirdiğim bir kuruma mecburi olarak katılıyor ve hizmet ediyorum. O hizmeti vatana vermiyorum. Üstelik, diğer ülkelerdeki gibi de değil, hapis gibi bir hayat. Bunu istemiyorum, ama mecburum. Ne kadar da özgürüm değil mi? Ne kadar da mantıklı her şey? Yüksek öğrenimimi daha erken yapabilecekken, 58 yaşındaki babamın emekli olmasını biraz daha erkene alabilecekken, hayatımın en güzel çağında arkadaşlarımla eğlenebilecekken, ben 5 ay boyunca ne yapacağım? Bomboş...

          Bedelli askerlik hayal edenler; maalesef o iş de öyle kolay değil. 1095 iş günü yurtdışında çalışmanız gerekiyor -ki bu 4 seneyi bile aşıyor. Bir de utanmadan tek tipten bahsediyorlar. Eğitim seviyesini mi düşürmek amaçları? Yoksa benim mi kafam çok karışık?

          Askere benden önce gidenler, tertiplerim ve benden sonra gidecek olanlar; bize büyük haksızlık yapıyorlar bilginiz olsun...

Yazar: Doruk Salih Tozan