Kimi arkadaşı için, kimi biricik evladı için, kimi akrabası için, kimi ise sevgilisi için heyecanlıydı. Perşembe gecesi saat 00.00’da herkes ekran başına geçti, kim nereye düştüğünü öğrendi. Cuma gecesi son eğlence için sokaklara çıkıldı. Yemekler yendi, rakılar içildi, dansözlere para takıldı, zil zurna eğlenildi. Sarhoş sarhoş eve dönmeden önce son gece yarısı yemekleri yenildi, 24 saat açık olan her büfede, restoranda birbirlerine, hiç tanımamalarına rağmen sarılıp hayırlı tezkereler dileyenler vardı. Türkiye, bir asker uğurlamasını daha böyle yaşadı… Herkes evlere dağıldı, son mesajlar çekildi, hayırlı tezkereler dilendi ve yastıklara başlar konuldu. Peki ya askerler?
Belki bir tek benim çevremdekilerdi bu örneği vermeme sebep olanlar, ama onlar o gece hiç uyuyamadı!.. Hem de bu uykusuzluk, tatlı bir heyecanın sebebi değildi. Gözyaşları içerisinde, yuvasını, sevgilisini ve arkadaşlarını nasıl bırakacakları içindi… Hiç görmedikleri bir şehirde, hiç tanımadığı insanlarla aynı yatağa nasıl baş koyacaklarını düşündükleri içindi. Bu zamana kadar gerçeğini bile görmediği bir silahı nasıl tutacakları içindi. 5.5 ay (verdiğim örnekler kısa dönem yapıyorlar) boyunca sabahın köründe, rahat rahat kahvaltısını edip gazetesini okumak yerine, dört nala koşarken “Her Türk Asker Doğar!” diyecekleri içindi. Yani kısacası, oraya hiç gitmek istemedikleri, fakat zorunda oldukları içindi onların uykusuzluğu.
Her biriyle tek tek telefonlaşıp, bilerek ertesi gün yola çıkacakları askerlik serüveni hakkında hiç konuşmamayı tercih ettim. Gariptir, hepsinden de aynı tepkiyi aldım: “Çok iyi geldi bu konuşma, kafam dağıldı biraz.”
Daha askerliğini yapmamış, fakat en yakınlarını askere uğurlayan bir vatandaş olarak şimdi bende kara kara düşünüyorum. Acaba vicdanım el vermese askere gitmeyi, vicdanen red edebilecek miyim? Hiç şüphesiz kendi kendime cevaplıyorum hemen bu soruyu “Bir dene istersen de, neler geliyor başına gör!”
Çünkü adama sorarlar hemen : “Vicdansız, sen nasıl olur da bu vatana hizmet etmek istemezsin?” diye. Hemen vicdanımı tartar birileri, vicdansız yaftasını yapıştırırlar. En olmadı zorla sokarlar bir bölüğün içine. Çok mu “deli” çıktım? Benimle uğraşamadılar mı? Basarlar damgayı askerlik kağıdımın üzerine, “Bu çocuk delidir, askerlik yapmaması yeridir” diye.
Fakat ne deliyim, ne de divaneyim. Sadece çok sevdiğim ülkeme bu şekilde hizmet etmek istemiyorum. Ben zaten bu ülke sınırlarında eğitim-öğretim gören, para kazanan, vergisini ödeyen ve bu ülke sınırları içerisindeki sorunlara bir tutam çözüm bulabilmek için, bataklıkta çırpınan ve boğulmamaya çalışan bir bireyim. Ben zaten ödüyorum madden ve manen bu ülkeye fazlasıyla yaşadığım her günün, nefes aldığım her saniyenin diyetini.
Her sabah ben çekiyorum eksik yolların çilesini ve 2 saat trafikte kalıyorum. Her gün ben izleyip utanıyorum bu ülkenin çözümsüz sorunlarından. Her gün ben yardım ediyorum engelli (bana göre engel-siz) vatandaşlarıma kaldırımlardan inebilmeleri, otobüse binebilmeleri, binalara girebilmeleri için. “Az” görülen kimseye az demiyorum mesela, arkadaş oluyorum onlarla. Burada yazı yazıyorum kendimce, problem olarak gördüklerime çözüm bulabilmek için.
Ben zaten ödüyorum kuruşu kuruşuna borcumu… Zaten kapatmaya çalışıyorum bu ülkenin açıklarını, sırtıma alıp taşımaya kalksam bir adım atamadan düşeceğim sorunlarını. Daha ne istiyorsunuz ki?
Yazar: SERBEST KÖŞE