AYA KONSTANTİN KİLİSESİ


Fetihten sonra Konstantinupolis’in sur kapıları açılmış, sakinleri etrafa yayılmıştı. İlk aşamada Galata kentiyle birleşen yılların Kostantiniyye’si, İstanbul olmanın yolundaydı. Artık “Piyeno is tin Poli”, yani “Kente gidiyorum.” diyenler yalnız sur içini değil, Galata’yı ve civarı da kastediyordu.


Galata, Sultan’a direnmemiş teslim olmayı seçmişti. Dolayısıyla o kesimde zorunlu Müslüman tebaa iskânı uygulanmamış, bu da pek çok Hıristiyan’ın yerleşmek üzere orayı seçmesine neden olmuştu. Ortodokslar kısa zamanda Katolik nüfusu aşmış, yerleşme mahalleri Galata surlarını da aşarak tepelere tırmanmıştı. O kadar ki, 19. yüzyıla girildiğinde tepe de aşılmış, Dolapdere’ye sarkma başlamıştı. O dönemdedir ki Beyoğlu semti de, Kilise Cemaati olarak Galata’dan kopmuş “Stavrodromi” adıyla yeni ve dinamik bir Cemaat olarak ortaya çıkmıştı. 1804’te İngiltere Sefarethanesi’nin karşısında kurulan Meryem Ana Kilisesi, bu yeni oluşumun katedraliydi. “Stavrodromi” (Stavros=Haç) iki ana yolun haç biçiminde kesişmesinden dolayı verilen bir isimdi. Bu yollar bugünkü İstiklâl caddesiyle, Kumbaracı yokuşu ve devamı Asmalımescit yoluydu. Yörenin sakinleri varlıklı tüccarlar, tanınmış bankerler, Avrupa firmalarının mümessilliğini yapan kişilerdi. Fener Patrikhanesi bu Cemaati'ne özel bir statü tanıdı. Onu Cemaat-i Kebir olarak niteledi ve özel haklar tanıdı. Örneğin, kilisenin bayram günü olan 21 Kasım’da Patrik, tüm Sen Sinod üyeleriyle birlikte gelerek âyini bizzat idare etmeyi alışkanlık haline getirdi. Hristakis Zoğrafos, Yeorgios Zarifis gibi isimler, etraflarına başkalarını da toplayarak, “Stavrodromi" sınırları içerisinde -en başta- okullar kurdular. Bunlardan, fakir kızların okuması için kurulan Merkez Rum Kız Lisesi'ydi.
Beyoğlu’nda nüfus artışı devam ediyordu. Yüzyıl yarılandığında Kalyoncu Kulluğu bölgesinde 1444 hane, yâni yaklaşık 7200 kişilik Ortodoks nüfus vardı. Meryem Ana Kilisesi, bu cemaatin ihtiyaçlarına cevap veremez oldu. Bölgede ikinci büyük bir kilisenin inşası şart olmuştu. Gerekli izni isteyen dilekçe, Bab-ı Âlî'ye verildi. Bu arada “Kalyoncu Kulluğunu Güzelleştirme Derneği” de kuruldu. Konstandinos Spandonis, kilise, okul ve gerekli müştemilatın kurulması için arsa hibe etti. Yeni kurulacak kilise, 21 Mayıs'ta anılan Aziz Konstandinos ve annesi Azize Eleni adına kuruldu; bunda büyük muhsinin aynı adı taşımasının da rolü vardır. “Büyük” olarak anılan Konstantin Doğu Roma İmparatorluğu’nun kurucusudur. Başkenti Roma’dan Bizans’a taşımış bundan dolayı kente adı verilerek, “Yeni Roma” olarak Konstandinupolis ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlığın üzerindeki yasağı kaldıran ana oğul, daha sonra birlikte aziz olarak ilan edildiler ve Havarilere eş tutuldular.

Kilisedeki mermer plâkette kayıtlı olduğuna göre, temel taşı 25 Mart 1856 tarihinde yerine konmuş ilk âyin ise, Patrik 2. İoakim tarafından 9 Nisan 1861 de gerçekleştirildi. Bölgenin Metropoliti Dorotheos’tu, yönetim ise Y. Zarifi, Kostis, A. Agelastos, Y. Mameleci, K. Rossopulos, İ. Kaplanoğlu ve A. Pappudof’tan oluşmaktaydı. Bina, ünlü kalfa K.G. Karaca’nın eseri olup, döneminde “elitist, avangard ve etkileyici” bir yapı olarak nitelendi. Kilise binasının bitiminden sonra, pek çok dernek ve pek çok kişi, tefrişatı için yardımda bulundu. Duvarların tümü, aziz portreleri ve İncil’den tasvirlerle donatıldı; en ilginç aksesuarı ise saatidir. Oturduğumuz Tarlabaşı – Kalyoncu Kulluğu köşesinde saate bakmamıza gerek kalmazdı; hiç şaşmadan saat başı saati vurur, çeyrek geçe ve çeyrek kala, kısa olarak bir kez, yarım saatlerde ise kısa iki kez vururdu; saatini yelek cebinden çıkarıp, bu vuruşlarla ayarlayanlara çok rastlamışımdır. Tatlı musikisini unutamadığım diğer bir ses ise, Dolapdere’deki Evangelistria kilisesinin Rusya’dan gelen çanının sesidir.

Meryem Ana Kilisesi gününde, Patrik hazretlerinin Sen Sinod üyeleriyle birlikte gelerek âyin yaptığını yukarıda yazmıştım. Aya Kostantin kilisesine ise, protokole göre bayram arifesi, yani 20 Mayıs günü ikindi saatinde gelir ve âyini idare eder; böyledir bu.

Temennimiz, bu tip örf ve adetlerimizin daha yıllarca devam edebilmesidir. İstanbullular buluşmasını da bu amaçla tertipleriz. Ele güne, dosta düşmana karşı gövde gösterisi yapıp görev başında olduğumuzu kanıtlamak adına...