Bize, zaman zaman modernist fikirlerle, zaman zaman dinlerle, bazen de popüler akımlarla dayatılmak istenen bir tezi elimden geldiğince çürütmeye çalışacağım bu yazımda. İnsan'ın üstün olduğu, doğanın hakimi olduğu tezini...
İlk başta, neden insanların diğer varlıklardan üstün olmadıklarını ve insanların çoğu tarafından kabul görmüş bu tezle neden kavgalı olduğumu açıklamak en mantıklısı olacaktır.
Ana nedenim evrende ya da doğada hiyerarşik bir yapının olduğunu düşünmememden geçiyor. Hiyerarşi düşüncesi, bence tamamen insan ürünü bir olgudur. Çünkü artık kuantum fiziğiyle de daha net bilebiliyoruz ki, evrendeki her şey maddesel ve enerjisel bağlamda birbiriyle ilintili. Yani evrenin uzak bir köşesinde olan bir yıldız patlaması bizi etkiliyor. Bir martı sürüsünün uçuş yörüngesinden, bal arılarının ölümüne, bir kelebeğin kanat çırpışından, iki elektronun hareketine kadar aslında her şey bizi etkiliyor ve etkilerken de yeniden oluşturuyor aslında. Çünkü etki süreçleri, yaratıcı bir özelliği barındırır. Etkilenerek varlığınızı şekillendirirsiniz. Bir fikirden, bir davranıştan, bir yaşam biçiminden etkilenirsiniz, bu etki doğrultusunda kararlar alır ve uygularsınız. Uygulamalarınız sizi siz yapan şeydir aslında. Ama bu sırada çoğu insanın gözünden kaçan şey, bu kararları alırken sonsuz denilebilecek bir etkiler kümesinde hareket ettiğimiz gerçeğidir.
Zaten her şeyin birbiriyle ilintili olduğunu kabul ettiğimiz anda, bu, doğa'da hiyerarşi düşüncesinin reddini getirecektir. Çünkü alt üst ilişkisiyle oluşan bir yapıda bir tarafın etkileme kapasitesi mantıken yoktur. Eğer insanlar gerçekten arılardan üstün olsalardı, arıların yok olması durumundan etkilenmemeleri gerekirdi. Oysa biliyoruz ki arılar yok olursa insanlık hayati bir tehlikeye giriyor. Bu, çok düz mantık gibi göründüğünden detaylandırmakta fayda var.
Çünkü, insanların çoğu, her zaman için kendilerini hayvanlardan ve diğer varlıklardan farklı bir yere koyabiliyor. “Her şeyden önce evrende var olduğu iddia edilen hiyerarşik düzenin en tepesindeki tanrısal güç onlar için kitap indirmiş, ama hayvanlar için bunu gerek görmemiştir.”
İnsanın -ki insan da aslında hayvandır- çoğu hayvan türünden farkı, bilişsel zekasının gelişmiş olmasıdır. Bilişsel zeka ,çevreyi anlamlandırmayı, öğrenmek dediğimiz şeyi, bununla beraber sistematik düşünebilip kararlar vermeyi getirir. Bu ,elbette insanın doğadaki evrim sürecinde edindiği çok önemli bir yetenek. Ama asıl sorulan soru; yerin kilometrelerce altında yaklaşık 200 derece ısıda yaşayabilen bakterilerin içlerinde bulunduğu ortamda bilişsel zekaya ihtiyaçları var mıydı?
Onların gereksinimi ısıya dayanıklılıktı ve bunu da edinebilmişler. Eğer biz bu bakteri türünü kendi yaşam alanlarıyla değil de, insan gözüyle değerlendirirsek o zaman tabii ki de kendimizi üstün görme yanılgısına düşeriz. Sonuçta gözle bile görülmeyen bir şeyle varoluşsal açıdan nasıl eşit olabiliriz ki? Bu sorunun içinde barındırdığı cevaptaki yanılgının aynısı, “Sivrisinek mi daha güçlüdür, dinazor mu?” sorusunun cevabında da yatar. Cevap elbette sivrisinektir; çünkü dinazorlar var olma savaşını kaybederek, dağılmışlardır. Eğer dinazorlar hala var olsaydı bu soruya benim cevabım , ikisi arasında bir üstünlük söz konusu olamaz olurdu. Çünkü ikisi de varoluşlarını sürdürüyor ve uyum sağlayabiliyor olurdu.
İnsan da, aslan da, arı da, tek hücreli bakteri de, aslında aynı doğanın -birbirinden kısmen farklı da olsa, büyük ölçüde ayn- etkilerine maruz kalıyor ve her türde kendisine göre ayrı bir savunma mekanizması geliştiriyor. İnsan, bilişsel zekasını geliştirerek, aslında her ne kadar savaşçı olduğumuzu düşünsek de, bence en barışçıl yollardan birini seçmiş bir tür. Aslansa kaslarını ve mücadele kabiliyetini geliştirerek çözüm bulmuş. Ayrı çözümler üretmeleri onları birbirinden daha üstün yapmaz. Unutulmaması gereken başka bir şeyse, insanlar kadar gelişmiş olmasa da bir çok hayvanın bilişsel zekaya sahip olduğu gerçeğidir.
Gen haritaları incelendiğinde, doğadaki hemen hemen tüm canlı türlerinin yüzde 85- 95 oranında benzerlik gösterdiği artık bir gerçek olarak karşımızda. Birbirine aslında bu kadar benzeyen varlıkların arasında hiyerarşi olması, bana kalırsa zaten absürttür.
Şimdiye kadar anlatmış olduklarım, dünya doğasında bir hiyerarşi olmadığı konusunda ikna edici görünse de, evrende hiyerarşi olmadığı düşüncesine ulaşmak için daha fazla düşünceye ihtiyaç var. Bu yüzden yazımın başlarında söylediğim “her şey birbiriyle ilinitili aslında” sözümü biraz daha açmalıyım.
Evrenle ilgili konuşurken daha kozmolojik terimlerde gitmek durumundayım; çünkü şu anda evrende bizim dışımızda olması çok muhtemel canlılarla karşılaşmış değiliz. Evrenin maddesel gelişimini en iyi açıklayan en son teori; bilindiği gibi Büyük Patlama( Big Bang) teorisi. Evrenin enerjisel olarak oluşumunu açıklayan teorilerse, kuantum fiziği arka planlı.
Cern'deki deneylerde kısa zaman önce karşıt maddenin bulunmasıyla evrenin maddesel olarak nasıl oluştuğuyla ilgili çok güçlü ipuçları yakalanması imkanlı hale geldi. Evren ortaya çıkmadan önce fiziki olarak en basit haliyle iki karşıtlık mevcuttu ve bunların arasındaki gerilimden doğan büyük patlamayla içi içe olan her şey geniş düzlemlere yayıldı. Yani evrenin ilk halinde her şey ve her varlık enerjisel ve fiziksel olarak belli bir alanda toplanmıştı. Büyük patlamayla geniş düzlemlere yayılmış olunmasının, bu maddeleri ve enerjik oluşumları birbirinden bağımsız hale getirmeyeceği aşikar. Çünkü hala aynı atomik düzlemin içinde -eskisine göre daha dağınık da olsa- bulunuyorlar.
Karşıt maddenin bulunmasıyla bir hayli netlik kazanan durumun bize özetle anlattığı şeyse şu: “Hepimiz ve her şey aslında iki karşıtlığın arasındaki gerilimden doğduk ve bu olurken zaman ve mekan arasında bir farklılık yoktu. Tüm boyutlar üst üstteydi çünkü. Dolayısıyla aslında bildiğimiz anlamda bir başlangıç da yoktu.”
Bu karmaşık sonuç, özetle bize her şeyin çıkış noktasının aynı olduğunu söylüyor. Aynı noktadan çıkan varlıklar arasında bir hiyerarşi olduğu düşüncesi bana mantıken çok sorunlu geliyor. Buna alternatif olarak varlığını sürdüren kaosçul sonsuz evren teorisiyse zaten kendiliğinden hiyerarşiyi reddediyor.
İşte bu düşünce temellendirmelerinden hareketle, hiyerarşiyi, insanın son derece gelişgin bilişsel zekasının bi ürünü olarak görüyorum ve buradan hareketle insanın üstün varlık olduğu tezine katılmıyorum. Aynı zamanda da “ Üstün varlık insan.” söylemini tehlikeli bir yanılgı olarak görüyorum.