KUTSAL DEVLETLER DEĞİL, KUTSAL DEĞERLER İÇİN


Lüzumsuz kutsallardan: Devlet

Türkiye’de toplumun farklı kesimleri kültürel, toplumsal, etnik ya da ekonomik sorunlarıyla türlü çaba ve yöntemlerle farkındalık yaratmak, haklarını elde etmek, demokratikleşme sürecini hızlandırmak için mücadele ediyor. Fakat bu mücadeleler toplumun geniş kesimlerinde beklenen yankıyı bulmuyor. Mücadele eden kesimlerin parçalanmışlığı, örgütlenme özgürlüğün önündeki yasal engeller, geçmişte ödenmiş ağır bedeller… Bunlar geniş kesimlere ulaşmakta yolu tıkayan ya da süreci yavaşlatan engeller, somut nedenler. Fakat en temel engel toplumunun dişe dokunur bir bölümünün devletin bireyden daha kutsal olduğunu düşünüyor olması ve bireylerin toplumsal bir mücadele hattı oluşturmalarının devlete karşı bir ihanet girişimi olarak algılanıyor olması.
Kutsal devlet imajı -dini temelde- Osmanlı Devleti’nde toplumun devlet algısını şekillendiriyordu. Bu kutsallık içerik değiştirerek daha sonra da devam etti. Ulus-devlet ideolojisi doğrultusunda milliyetçilik temelinde kurulan cumhuriyet, 1930’ların faşizm rüzgarından da hatırı sayılır derecede etkilenerek devleti kutsallaştırdı. Türk-İslam sentezi marifetiyle milliyetçilikle beslenen ya da onunla barışık ideolojiler ve dinden beslenen ideolojiler için de devlet kutsal kılınmış oldu. Başarıyla sonuçlanmış Atatürk’ü putlaştırma girişimleri ve askeri darbeler kutsiyet tablosunun tamamlanmasına önemli katkılar sağladılar. Bireyin devlet için feda edilebileceği fikri “söz konusu vatansa gerisi teferruattır”cümlesinde vücut buldu ve bu zihniyet 2011 Türkiyesi’nde bile rahatlıkla varlığını sürdürüyor. Bu sayede toplumsal mücadeleler kolaylıkla devlete karşı başkaldırı, saldırı; mücadele edenler de devlet/vatan/millet düşmanı olarak yaftalanıyor.
Statükoyla derdi olanlar “anarşik”, “komünist”, “liboş”, “iç mihrak” gibi birçok sözcükle yaftalandılar, yaftalanıyorlar. Bir de son yıllarda başbakan Erdoğan'ın pek beğendiği “marjinal” de bu yaftalar arasında hatırı sayılır bir yer edinmeye başladı!
Bu karalama kampanyaları, sindirme mekanizmaları yeterince çalışıyor olmalı ki, devlet, kutsallığından hala bir şey kaybetmiş değil Türkiye toplumu için. Devletin yaptıkları sorgulanmıyor ve neredeyse her koşulda haklı olarak kabul ediliyor. Hatta bu yüzden “derin devlet” kavramı da meşrulaş(tırıl)ıyor. Hangi demokratik devlette devletin derin, illegal yapıları olabilir ki? Türkiye bu yönüyle de otoriter devletlere benziyor. Toplumun büyük bir kısmının varlığından haberdar olduğu fakat rahatsızlık duymadığı derin yapılanmalar ve faaliyetler var. Bu faaliyetlerin ve derin yapıların devletin varlığının sağlıklı bir şekilde devam etmesi için gerekli olduğu birçok insan tarafından kabul görüyor. Özellikle Kürt sorunun iç içe geçmiş bileşenlerinden soyutlanıp güvenlik sorunuymuş gibi kabul edilmesi ve bunun bahane edilmesi de devletin “derinliğinin” ve temel hakların ihlal edilmesinin meşruiyet zeminini oldukça güçlendiriyor.
Toplum talep ederse elde eder!
Pek tabii bu durum Türkiye toplumunun değişmez kaderi değil. Devletin birey için var olduğu Türkiye’de er ya da geç anlaşılacak, bu karamsar tabloya rağmen toplumda bunun belirtileri var. Geçmiş yıllara göre demokrasi talebi daha geniş/farklı kesimlerin ortak talebi olmaya başladı. Devletin toplum için, birey için var olduğunu topluma anlatmak için ilk önce tarihi sorgula(t)mak şart. Tarih hak ettiği saygıyla sorgulandığı vakit kutsal devlet yaklaşımı önemli bir yara alacak. Türkiye toplumuna sunulan tarih, hediye paketlerini andırıyor. Güzelce paketlenmiş; süslerle bezenmiş o kutuların içinde neler olduğunu bilmek bu toplumun hakkı. “Almanlar yenilince biz de yenik sayıldık” yaklaşımı tarih değil ucuz mizah olabilir ancak. Türkiye toplumunun Osmanlı güzellemelerinden, Sevres paranoyasından ve putlaştırılmış Atatürk imgesinden bir an önce kurtulması gerekiyor.
Devletin bireylere ve topluma hizmet etmek için, bireyler tarafından yaratılmış bir araç olduğu Türkiye toplumuna her fırsatta hatırlatılmalı.
Bireyler cesur olmak ve toplumsal mücadelelere direkt ve dolaylı katkıda bulunmak zorunda. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın yaklaşımı çürüdü; ne yazık ki köprünün altından çok “kanlar” aktı. Tarihte defalarca görüldü ki; kontrolü ait olduğu toplum tarafından yapılmayan devletler, herkese; her kesime "dokundu." Söylendiği gibi her koyun kendi bacağından da asılmıyor. Kurban bayramı geldiği vakit, tüm koyunlar asılıyor. Koyun değil birey olmak şart! Kutsal devletleri değil, kutsal değerleri olan bireyler için...