
Türkiye’nin en demokratik meclisini ve bu yolla hazırlanan 1921 anayasasını oluşturdu. 1923’te kendi belirlediği adaylar arasından yapılan milletvekili seçimleriyle, meclis içindeki itilaflar bitirildi. 1924 anayasası ilan edildi. İnkılaplar ardı ardına gerçekleştirildi. Recep Tayyip Erdoğan, başbakanlığa geldiği dönemde Türkiye ekonomik krizle boğuşuyor, toplum içindeki hoşnutsuzluk her yerde kendini belli ediyordu. Ekonomik toparlanma, kalkınma programları, ardından gerçekleştirdiği sağlık reformu, bürokrasiyi azaltması, seçkinlerle, ordu, medya, yargı kurumlarıyla ve derin devletle giriştiği mücadele ve bu mücadeleden ayakta çıkması, Türkiye’nin iç ve dış siyasetini yeniden yapılandırması. Kemikleşmiş sorunlara el atması iktidarını kuvvetlendirdi. Konuşulamayan birçok başlık tartışılmaya, kırılgan yapı daha güçlü hale geldi.
Abdülhamit, devletin bekası için kendi ilan ettiği Kanun-i Esasiyi askıya almayı baskıcı rejimi, azınlıklara karşı uyguladığı sert siyaset ve muhafazakârlığı meşru görmüştür. Atatürk kurmaya çalıştığı demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin devamlılığı için birçok anti-demokratik, baskıcı uygulamayı yürürlüğe koymuştur. Erdoğan istikrar ve demokratik atılımların devamı için tek parti iktidarının önemine sürekli vurgu yapmaktadır. Milli irade kavramının tek başına yeterli olacağına inanmaktadır. Üç liderde güç ve otorite ile düşledikleri devleti, kendi doğrularıyla inşa etmeye çalışmışlardır. Dönemlerinde başarılı olsalar da kendilerinden sonra gelenlere sağlıklı bir yönetim anlayışı bırakamadıklarından devrimleri kendi zamanlarıyla sınırlı kalmıştır. Bütün problemleri kendi dönemlerinde çözmeye çalıştılar, kucaklaşıp uzlaşmak yerine kendi fikirlerini dayattılar, sistem kurmak yerine olaylar üzerinde durdular. Abdülhamit; dış baskıların etkisiyle de olayların derinine inemediği ve yüzeysel çözümler ürettiğinden Osmanlının yıkılışını engelleyemedi. Sadece bir süre ertelemiş oldu. Atatürk 1920’de ki çoğunlukçu meclis yapısını sürekli ihtilaflar olduğu ve inkılaplarını bu yapıyla gerçekleştiremeyeceğini anladığı için 1923 yılında kendi lehine çevirdi. Meclis gücünü de kullanarak ona karşı muhalefet eden her kesimi kesin bir şekilde susturdu. İstiklal Mahkemeleri’nde Kurtuluş Mücadelesinde Atatürk’le omuz omuza çarpışanlar dahi yargılandı. Şeyh Said, Dersim başta olmak üzere 1924-1938 yılları arasındaki 18 ayaklanmanın hepsi en kanlı şekilde bastırıldı. Erdoğan, aldığı oy oranıyla egemenlik yetkisine, 1900’lerin klasik demokrasi anlayışıyla hükmetti.
Atatürk, Abdülhamit’in iktidarından kendi dönemine kadar süre gelen sorunları devlet odaklı çözmek yerine toplum odaklı çözmediği için, farkında olmadan, kaldırdığı saltanat makamının bir benzerini oligarşik olarak yerleştirdi. Sorunları görmezden gelen, erteleyen, bastıran, devlet adına insandan vazgeçen 1930’lar zihniyetini doğurdu. Bu zihniyet ülke yönetimine hakim oldu. 1920 yılındaki problemler 2010 yılında hala problem olarak kalmakta. Erdoğan eleştirdiği 1940’ların tek parti iktidarının bir benzerinin kendi iktidarı olduğunu görememektedir. Onu bu şekilde iktidar yapan, yine karşı durduğu 1982 anayasasının demokrasiye çelme takan seçim yasasını ve siyasi partiler kanunu değiştirmemekte ısrar etmekte. Üç liderde zihniyet olarak aynı olduğu için hangi devrimi gerçekleştirirse gerçekleştirsinler sonuçları ve sorunları hep aynı olacaktır.
1800’lerdeki Kürt sorunu, Alevi sorunu, Azınlıklar sorunu, ekonomik problemler, batılılaşma, doğu ilişkileri, 2010 Türkiye’sinde hala sadece var mı, yok mu dan ibaret.
Türkiye topraklarının son 150 yıldaki dönüşümünde karşılaştığı birçok problemin sebebi siyasal ve ideolojik ayrılıklar, dini ve etnik farklılıklar, dünya görüşlerinin çatışması gibi görünse de temelde insanların olaylar karşısındaki davranışlarının, düşünce tarzlarının "aynı" olmasından kaynaklanmaktadır. Kendinden başkasına tahammül edemeyen, uzlaşmak yerine kendi doğrularını dayatan, muhalefet ettiğini güç sahibi olunca devam ettiren, insanların değerlerini yok sayan, otoriteden vazgeçmeyen; bunca yıl içerisinde her şey değişmesine rağmen değişmeyen tek şey insanların içine işlemiş olan bu sorunlu tutumlar.
Kendi dilini konuşmak isteyen insanları ayrımcılık yapmakla suçlayanlar, kendi dillerini istedikleri gibi konuşup, başkalarını kısıtladıklarında en büyük ayrımcılığı yaptıklarının acaba ne kadar farkındadırlar?
İbadetlerini yerine getirirken, getirmeyenleri paylayan, şiddete maruz bırakanlar "günah" işlediklerinin acaba ne kadar farkındadır?
Çağdaşlık ve kadın özgürlüğü adına, tercihlerinden vazgeçip başını açması için başörtülü kadınlara baskı yapanlar, çağdaş toplumlarda baskının olmayacağının, en büyük özgürlüğün kendi tercihi olduğunun acaba ne kadar farkındadırlar?
Farklı düşüncelere tahammülü olmayan ve olanların hak ve özgürlüklerini kısıtlayan devlet, farklı düşünceler olmadan ilerlemenin olamayacağının acaba ne kadar farkındadırlar?
Var olan düzeni eleştirenler, farkında olmadan düzeni savunmaktadırlar. Çünkü düzen içinde yaşadıkları için dünyaları düzen kadardır. Ne zaman bu dünyanın dışına çıkarlarsa işte o zaman değişim başlayacaktır.
Yazar: DEMİR KÖŞE