BİR PORSİYON ÖZGÜRLÜK, DEMOKRASİ; YANINDA SAMİMİYET DE OLSUN !!!

            


          Özgürlük ve demokrasi; bu aralar bu iki kavram hakkında ne çok konuşuyoruz değil mi? Alakalı veya alakasız içinde bulunduğumuz gündelik tartışmaların içinde bile fırsat bulduğumuz anda bu iki kavramdan dem vuruyoruz. Ve maalesef genellikle, asıl tartışmayı bırakıp bu kavramlar üzerine konuşmaya başlıyoruz ki, bu durumun altında çok trajik bir Türkiye gerçeği yatıyor.


         Bunca senedir; olaylara, bize ezberletilmiş, klişe cevaplar verip savuştururken, ilk defa kanayan bir yaramız olan Doğu sorunu ile ilgili tartışabiliyoruz. Eskiden her şehit cenazesinde yüreği yangın yerine dönen analar, yersiz bir gurur veya haset içerisinde Vatan sağolsun derken; artık tamam vatan sağ olsun da benim dağ gibi oğlum, daha hayatının baharında ne uğruna öldü diye sormaya başlayabildi. Ne büyük bir gelişme. Senelerdir klişelerle dolu bir Tabu olan Doğu sorunu bugün siyaset sahnesinde çözümlenmeye
  en azından tartışılabilmeye başlanmıştır.

         Harika bir gelişme gibi gözükse de; bence Türk Halkı çok kritik bir sınav vermektedir.
  Neden mi? Biraz tarihi bilgilerimizi hatırlayalım; İsmet İnönü malum Lozan Antlaşmasından sonraki beyanında sadece 90 yıl kazandık dememiş miydi? Eski başbakanımız Şükrü Saraçoğlu; doğuya neden yatırım yapmıyorsunuz  sorusu karşısında ‘ileride akıbeti ne olacağı belli olmayan topraklara neden yatırım yapalım’ cevabını vermemiş miydi. Demek ki; o tarihlerden itibaren Türkiye’nin bugün’ü çeşitli ‘varsayım’larla görülebiliyordu. 

         İşte bugün geldiğimiz nokta da bu varsayımların gerçekleşmesinden başka bir şey değildir. İsmet İnönü’nün ’90 yıl kehanetinin’ gerçekleşmesine sadece 2 yıl kaldı. Eskiden bir karış toprağına bile canını vermeye hazır olan Türk halkı bugün; verelim de kurtulalım, bu zamana kadar bize ne faydası oldu, üstelik binlerce canımız ve milyonlarımız gitti demiyor mu? Bütün bunların üzerine insanlar televizyonlarda aleni bir şekilde federasyondan, konfederasyondan bahsedebiliyorlar mı? Bugün geldiğimiz durum, belki 1923’lerde öngörülmüş olsa da; 5 – 10 yıl önce bu demokratiklik cüreti hayallerimizde bile göremeyeceğimiz türdendir.

         En başta bahsettiğimiz özgürlük ve demokrasi kavramları, yıllarca eksikliği hissedildikten sonra Türk halkının özellikle demokrat geçinen Türk aydınının maalesef önündeki yemler olmuştur. 
 Sadece hükümetin işine gelen, hükümetin izin verdiği konular üzerinde bilinçaltımıza yerleştirilmiş söylemleri haykırmak mıdır özgürlük? Sınırları çizilmiş bir özgürlük anlayışı olabilir mi? Neden Doğu sorunu hakkındaki düşünceler bugün büyük bir yenilik şeklinde konuşulabilirken, Nurculuk veya Deniz feneri gibi konular hakkında bütün medyada tek satır bir yazı bile yazılmıyor, hatta yasaklanıyor ? Bir konunun devletin o tarihteki çıkarları dahilinde konuşulup, bir diğer konu hakkında devlet tarafından basın yasağı dahi getirilmesi hangi özgürlük tanımına uyar?

         Bugün Türkiye’de çok önceden belirlenmiş bir senaryo uygulanmaktadır. Sonu nereye gidecek hep beraber göreceğiz. Yıllardır bir hiç uğruna toprak altına giren gençler ve acılı aileleri, kendilerinin sadece ve sadece sürecin tamamlanması için geçen zamanda, halkın bilinçaltına yerleştirilen bir rakam olduklarını anladıklarında maalesef çok geç olacak ve oldu da. Yazık oluyor Türk ve Kürt gençlerine. Yazık oluyor fakirlikten kırılan bir halkın, ordusunun sonu belli bir savaş için harcadığı silah paralarına, hem de her kuruşu bu kadar değerliyken.

         Bugün bu kavramların sadece bir yem olarak kullanıldığına ilişkin bir kanıt da; seçim barajının ta kendisidir. Başbakan, referandum sürecinde ve daha bir çok alanda diyalog çağrısı yaptığı Kürt halkını temsil eden gruba meclise parti olarak bile girme hakkı vermiyor. Seçim vaatlerinde barajı kaldıracağını söyleyen sözde ‘demokratın daniskası ’ başbakanımızın bu tutumu, niyetini ve olaya karşı olan bakışının ne kadar samimi olduğunu da gözler önüne sermektedir. Birde Başbakanımızın ‘değişmeden’ önceki zamanlarda söylediği, ‘demokrasi amacımız mı olacak, aracımız mı? Biz istediğimiz durakta inceğiz’ söylemlerini hatırlayıp, ilk paragrafı tekrar okursanız, demek istediğimi daha net anlayabileceğinizi umarım.


Yazar: Daryo Levi