Dışarıdan geldim. Koştura koştura. Cihangir’deydim. Çukurcuma’ya indim. Didik didik ettim bütün 2.el, el işi ve anı kokan, haddinden fazla şirin dükkanları. Nam-ı diğer vintage butikleri. Böyle söyleyince daha “cool” oluyor. 21 yaşındayım. Gencim ama bir sürü kuşak harcadım: Bazen bir saliselik bakışımla, mimiğimle, bazen tüm günümü dedikodu yapıp, aynı günün gecesini de safra kesemi doldurarak… Sabah oldu. İçtiğim ucuz tekilanın nahoş tadı hala ağzımda. Mideme laf geçiremiyorum. Ekşi ekşi gülüyor bana. Sinirimi bozan tiz sesiyle acı acı, melodik bir şeyler mırıldanıyor.
Yukarıdaki kesit hangilerimizin hayatından bir örnektir? Açıklayınız.
Açıklayalım tabii: Hepimizin. Kız ya da erkek, ölü ya da diri… Çok kez dirildik aslında. Her şeyi abartarak yaşamak mı? Hadi canım sen de! Alt tarafı öldük ve dirildik. Bir haftalık aşklar yaşadık. Bir saatte gördük, beğendik, tanıştık, fondip üstüne fondip; ve kucaklaştık sahte sahte. Gözlerimize bakmadan, kirpiklerimizi bile kıpırdatmadan, kıpır kıpır oldu ellerimiz. Artık normalimiz bu. Abartmayın canım. Hem daha iyi değil mi? Hap formatında yaşadık işte ne yaşadıysak. Böylece kolayca geride bıraktık yolları, yılları. Öyle acelemiz var ki; ne de olsa daha yutulacak çok hap var. Aceleden, kaçtı gözümüzden yan etkileri. Ne hapları bunlar? Bakmadık bile prospektüse. Durun bir saniye, okuyalım şunu.
Hımm… Geçmişe özlem yazıyor. Hangi geçmişe yahu? Benim öyle uzun uzadıya anlatacağım bir geçmişim yok ki! Bir dakika, annemin var. Anneannemin de. Öyleyse başka anneler ve anneannelerin de vardır. Nasıl erişebilirim ben o geçmişlere? Nasıl olabilirim onların yerinde? –“try walking in my shoes”u duyuyor gibiyim. Ah, anlıyorum şimdi! Bunu da mecaz anlamıyla düşünmek işime gelmediğinden, gerçek anlamlarla hareket etmeliyim. Onların kıyafetlerini istiyorum. Onların çantaları, ayakkabıları, elbiseleri, saçları, bakışları… Ben onlar olmak istiyorum. Belki o zaman yavaşlar dünyam. “O zaman” yavaşlar.
Soyumu soymak
Bu zamanda ne olur peki? Onların kıyafetleri yetmez mi kalbimi hanımefendileştirmeye? Onların ayakkabılarının çıkardığı topuk sesleri düşüncelerimi terbiye etmez mi? Onların doğduğu evin koridorlarında yürüsem kendime ulaşamaz mıyım? Yok mudur bir geçit? Ben onların soyundanım ne de olsa! Veya başka birilerinin, ne farkeder? Kim takıyor ki soyu, soysuzluğu artık?
Ve Cuma
Acele etmeliyim. Diğerleri uyanmasın. Acelem var. Önce buradaki hayatları giyeceğim, sonra da şimdiki zamanımı kadehime dolduracağım. Çukurcuma’yı tükettim. Biraz da Nişantaşı’nı taşlayayım. Yarına da 50’lilerin filmografisinde işim var. Çok yoğunum, of!
Audrey Hepburn… Evet. Onun saçlarına, kaşlarına sahip olmalıyım. Kuaföre gidiyorum. Ben mi uğraşacaktım bir de? Hah. Düşünceliyim. Düşünmek mi? Benim içim daralır, duvarlarım yıkılıverir, düşünemem ben. Vogue’um beni kurtarır. Her ay benim yerime hayaller yaratır o. Şimdi olduğu gibi. Ben ve hegemonyam çok mutluyuz, size ne! Size ne benim hayal(siz) gücümden? Hazır, baldan tatlı işte. İzninizle, kendimi babaannem olarak “hayal” edeceğim şimdi. Ya da daha iyisi, Jackie Onassis.
KONUK YAZAR: YAĞMUR SOLAKOĞLU