Birand Masalları...

İlk olarak Posta yazarı M.Ali Birand, okurken bir gazeteci adayı olarak kanımı donduran itirafını yayınladı köşesinde. Ne dedi Birand; “Bir süredir PKK’nın tasfiyesi dillerden ve medya sayfalarından düşmüyor. Bu haberlerin bir bölümünü bizler üretiyoruz. Bakanların ziyaretlerinden, Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarından, bürokratların özel sohbetlerinden yola çıkarak. Bir bölümü doğru, diğer bölümü kendi hayal ürünümüz olan bir senaryo yazıyoruz ve bunun gerçek verilere dayanmayan bir senaryo olduğunu bilmemize rağmen, kendimiz de inanır oluyoruz. Bir süre sonra daha da ötesine geçiyoruz ve kendi senaryolarımıza dayanarak yorumlar yapmaya başlıyoruz.” Gerçekten de sözün bittiği yer değil midir? Yılların gazetecisi, Türkiye’de çok değerli bir noktada bulunan ‘kurt’ gazetecinin yaptığı itirafa bakın.
Resmen “PKK haberlerini senaryolaştırıyoruz ve biz üretiyoruz” diyor Birand. Yılların Birand’ı, sanırım medyanın ne demek olduğunu ya unutmuş ya da hiçbir zaman anlayamamış. Medyanın toplum üzerindeki etkisini hiç yorumlayamamış. O sadece raytingini düşünmüş. Belli ki böyle yapmış, ne diyeceğini hiçbir zaman ölçmemiş, tartmamış. Hepsini geçtim demek ki yıllardır bize ne yalan haberler ‘yedirmiş’.
Resmen “PKK haberlerini senaryolaştırıyoruz ve biz üretiyoruz” diyor Birand. Yılların Birand’ı, sanırım medyanın ne demek olduğunu ya unutmuş ya da hiçbir zaman anlayamamış. Medyanın toplum üzerindeki etkisini hiç yorumlayamamış. O sadece raytingini düşünmüş. Belli ki böyle yapmış, ne diyeceğini hiçbir zaman ölçmemiş, tartmamış. Hepsini geçtim demek ki yıllardır bize ne yalan haberler ‘yedirmiş’.
Şimdi “Sayın Birand’ın gazetecilik etiğinden anladığı nedir?” diye sormak istiyorum. Aslında geçelim etiği de, ben direk gazetecilikten ne anladığını merak ediyorum bu yazıdan sonra açıkçası. Yani gazetecilik dediğimiz artık halkın olanları olduğu gibi bilmesine yardımcı olmak değil midir? Gazetecilik dediğimiz patronumuzla Bodrum’da tatil yapmak, boğaza nazır villalarımızda sıcak kırmızı şaraplarımızı içmek mi oldu? Ve o evlerde oturabilmek için elimizden geldiğince çok izlenen(okunan) ‘yalan’ haberler yapmalı ve sonrada pişmiş pişmiş bunu itiraf etmeliyiz öyle mi?
Yazık… Çok yazık… Bir şeyler uğruna ölmüş Uğur Mumcu’ya, Hrant Dink’e, Ahmet Taner Kışlalı’ya büyük bir hakarettir bu. Birand acaba eş dost toplantıların da bu gazeteciler için neler diyor. Bu yazıyı yazan bir gazeteciden şöyle bir konuşma beklerim ben; “ Yazmasalardı kardeşim onlarda, öyle yazarsan ölürsün, yapacak bir şey yok!”.
Gelelim daha da vahim olanına. Bu yazı aynı zamanda bize Birand’ın nasıl bir ‘medya putu’ olduğunu da göstermiş oldu. Hiçbir ses duydunuz mu sevgili okurlar bu yazı hakkında. Hiçbir köşe yazarı bu konuya değindi mi? İşte bu yüzden yazabildi Birand bu yazıyı. Çünkü adı kadar emindi ki kimse bir şey diyemez ona, kimse “Ne diyorsun sen?” diye soramaz. Nitekim yanılmadı, kimse de bir şey diyemedi. Yazısını yazdı, aynı akşam geçti kameraların karşısına yazdığı başka senaryoları bize haber diye ‘yedirdi’. Yetmedi bir de o senaryolar hakkında yorumlar yaptı. Yalan yok hepimizde izledik, hepimiz de korktuk memleketin tablosundan. Bu saatten sonra nasıl olacak da haberlere güveneceğiz, ciddiye alacağız bilemiyorum. Ancak tek bir gerçek var o da ‘Türkiye Medyası’ bu noktadadır, böyle gazetecilerin elindedir. Yazık, çok yazık bize….
Bir sonraki yazı da ‘Medyamızın Eğreti Gelinine’ Fatih Çekirge’ye değineceğim.