BİR HUKUK DEVLETİ MASALI


Bir varmış, bir yokmuş… Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası bizlere “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”demiş. Devletin esas amacı, cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, toplumun refah ve huzur içinde yaşamasını sağlamakmış. Bu fikri öylesine benimsemiş ki devlet, sadece toplumun iyiliği için insan haklarına aykırı davranan bünyelere göz yummuş; ”her şey halk için” demiş. Herkes, dil, ırk, cinsiyet ve siyasi düşünce ayrımı yapılmadan eşitken bazıları “daha eşit”miş.


Ülkede ilk olarak 1960 senesinin 27 Mayıs’ında apoletler görünmüş, postal sesleri sokakları inletmeye başlamış. Sebep olarak da kardeş kavgasına son vermek gösterilmiş. 37 tane subay toplanmış “milli birlik komitesi” adı altında darbe planı yapmışlar. MBK’nin 12. ve 13. tebliğlerinde de bildirdikleri gibi  “Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını önlemek için bu işe giriştik. Milli İnkılâp, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetinin teminatı, iktisadi kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde ve her türlü çalışma yerlerinde, kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.” Amaç yine toplumun refahı ve huzuruymuş. 15 Ekim 1961’de seçimler yapıldığı zaman normal yaşama geçilmiş.

11 sene boyunca toplum huzurlu veya huzursuz yaşamını sürdürmüş. 12 Mart 1971 senesinde askerler yeniden bir oligarşik yapılanmaya gitmek istemişler ve dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a muhtıra vermişler. Bu darbe, Türkiye tarihinde başarılı olmuş 2. darbe olarak geçmiş tarih sayfalarına. Halk 12 Mart günü saat 13:00’de radyolardan duymuş bu cümleleri: "Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür."' Asker bu kötü gidişata kendi yöntemleriyle dur demek istemiş. Aslında hiç kötü niyeti yokmuş. Amaç, toplumu askeri bir darbeyle muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmaktan başka bir şey değilmiş.  14 Ekim 1973’de yapılan seçimlerde Bülent Ecevit’in başta olduğu CHP 185 milletvekiliyle iktidara geldiği zaman bu dönem sona ermiş.

Askere bu yapılanlar yeterli gelmemiş ki 12 Eylül 1980’de yeniden bir darbe yapmışlar. Dudaklarında “Bir gece ansızın gelebiliriz” şarkısıyla. TRT’yi açınca Kenan Evren Paşa’yla karşılaşmış insanlar, Türkiye tarihindeki 3. Asker müdahelesiyle… Meclis lağvedilmiş, oligarşik bir düzen, sıkıyönetim başlamış. Herkesi içeri almışlar, evet; sokakta ve üniversitelerde huzur sağlanmış ama içeride neler neler olmuş. İşkenceler, gözaltları, açlık grevleri, ölüm oruçları… Ama nedense bu olanların yabancı basına ulaşması engellenmiş. Kenan Evren demogoji yapmaktan hiç sakınmamış, fikirleri yüzünden insanları idam ederken "Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?"diye buyurdu. Sıkıyönetim en son 1987 senesinde Diyarbakır (cezaevi de unutabildi mi acaba yaşananları?),Mardin ve Siirt’te kaldırıldı. Darbenin sonuçları, problemleri gerçekten çözmüş müydü? Acaba 43 kişi gerçekten intihar mı etmişti? O 73 kişi hangi “doğal” sebeplerden öldü? Toplam 229 kişi yaşamını yitirdi; bunlardan 171 kişi işkenceden öldü. Bunlar sadece ihtilal esnasında değil, öncesi ve sonrasında yaşananlar. Erdal Eren adında tertemiz bir genç varmış bu ölenlerin arasında, henüz 17 yaşındaymış Erdal. Suçu mu? Suçu düşünmekmiş. Zekeriya Önger’i (er) öldürmekle suçlanmış ama kimse bunun aslını astarını araştırmamış. Ayrıca 18 yaşından küçükler idam edilemezken Erdal’ın yaşı büyütülmüş, kemik yaşına bakılmadan henüz 17sinde infazını yapmışlar. O 17lik küçücük bedeninde işkence izlerine rastlanmış.

Aradan 27 sene geçmiş. Hiçbir ihtilal, muhtıra olmamış. Huzur sağlanmış mı orası tartışılır. Ogün Samast diye bir genç varmış. Bu genç, 2007 senesinin 19 Ocak’ında Agos gazetesi yazarlarından Hrant Dink’i öldürmüş. O da 17 yaşındaymış. Öldürdüğü kişi “Tek yolumuz bir arada yaşamayı savunmak olmalı. Bu yol hem aklın hem de vicdanın gereği” cümlesini yüreklilikle kurabilen bir insanmış. Sonra katil yakalanmış ve karakola götürülürken polis yelekleri giydirilmiş, karakolda eline Türk bayrağı tutuşturulmuş, yanına iki tane polis iliştirilmiş. Arkada yine Türk bayrağı ve altında “Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez” yazan cümlenin önünde fotoğrafı çekilmiş. Ogün, “Kafiri” öldürdüğü ve bundan hiçbir pişmanlık duymadığı için çok mutluymuş. Sonra gün gelmiş, zaman geçmiş ve Ogün, cinayeti işlediği zaman 17 yaşında olduğundan, çocuk mahkemesinde yargılanılması istenmiş...

Türkiye, hukuk devleti olduğunu bir kez daha gözümüze sokmuş.