DEĞERLİ DEVLET BÜYÜĞÜM;



Biz varız fakat galiba da yokuz, yani aslında varız haritada görünemiyoruz.
İnsanı olduğu gibi kabul edememek ve kabul edemediği bu insandan korkmak… Bilmeden, anlamadan görmeden,  hissetmeden yaşamak ve kendi sarayında kral olup, kendi topraklarında yabancı olmak…

Aklınıza gelebilecek her türlü soruna bakın bu topraklarda; ilk iki cümledeki sakıncalı davranış vardır temelde.

Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin sütunlarını bir yoklayalım.
Laiklik, kanunlar önünde herkesin eşit olması ve devletin din, vicdan ve inanışlara saygı duyup  “kendi içinde” devamlılığını sağlamasına yardımcı olmasıdır. Laiklik, aslında çok basit ve herkese hitap edebilecek bir anlama sahip iken bizde bu kadar karmaşıklaşması yine karşı tarafı anlamamaktan geçer. Laikliğin her birey için bir koruma aygıtı olması gerekirken, “Laik Devlet” kavramı ile artık devlet vatandaşlardan kendini korumaya başlamış ve içi boşalmış bu kavram adına insanlara yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Dini seven, vicdanına uyan ve inançlarına sahip çıkanlar inançsız devlet tarafından anlaşılamadığı için bugün bir korku merkezi olmuşlardır. Cem Evi, Başörtüsü, İkna Odaları, İrtica, Dini Eğitim, Diyanet İşleri…

Her devlet uluslararası hukukunda belirttiği gibi toprak bütünlüğünü koruma hakkına sahiptir. Türkiye’de darbelerden, parti kapatmalara birçok yerde adı geçen  “Devletin Bölünmezliği” kavramı yine sanıldığından daha başka anlamlandırmalarla vatandaşı korku merkezine yerleştirmiş ve devleti korumaya başlamıştır. Devlet bölünmezliği, yanına millet bölünmezliğini almış, bütün farklılıkları görmezden gelmiş ve farklılıktan bahseden her kişi, kurum, örgüt, parti devlet düşmanı olmuştur. Dersim, Diyarbakır Ceza Evi, Ana Dil, Etnik Köken, Sıkıyönetim, DGM, OHAL, PKK, Gayrimüslim…

Diyarbakır Ceza Evi’nde Kürtler tek dil tek millet için işkence gördüler. Dersimliler otorite için bombalandılar. Üniversiteler başörtülü kadınlara utanç yuvası oldu. Aleviler ibadet etmek istedikleri için kendi kaderlerine terk edildiler.  Sosyalistler daha iyi yaşam dedikleri için düşünce suçlusu oldular. Beyoğlu’nda Musevi ve Hristiyanlar gayrimüslim oldukları için saldırılara maruz kaldılar. Aynı davaya baş koyan bütün ülkücüler katil oldu asıldı. Hepimiz kardeşiz dediği için Zana’lar hapse, Kaya’lar sürgüne,  Hrant’lar mezara gönderildiler.

Birileri belli bir yerde kendilerince bir Türkiye tasavvur ettiler ve devlet yönettiler, ama bu tasavvurun odağı asla insan olmadı. Fikirlerini devletle yaymaya çalıştılar, fikirleri devlet oldu, devleti korumaya başladılar ama unuttular;  bu ülkeyi ülke yapan görmezden geldikleriydi. En büyük çağdaşlığın özgürlük, farklılığın zenginlik olduğunu,  kendini yaşayabilmenin birlikteliği getireceğini anlayamadılar.

Yazar: DEMİR KÖŞE