DEMOKRASİ'NİN RTÜK'LÜ HALİ

          Bildiğimiz gibi, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu 1994 Mayıs'ında kuruldu. Amacı, televizyon kanallarında ve radyolarda yapılan programları; “genel ahlak”a, Türk aile yapısına, milli ve manevi değerlere aykırılık başlıkları altında bir düzenleyeci mekanizma oluşturmaktı.


         Evet, televizyon ve radyo yayınlarını düzenleyecek bir mekanizma olmalı ama yetkilerinin bu kadar geniş olması ve ilkelerinin de bu kadar soyut ve görecelilik içeren argumanlar üzerinde yürümesi çağdaş-liberal değerlerle kökten çelişir kanımca.

        Aslında hepimiz, muhafazakar bir toplumda yaşıyor olmanın handikapını yaşıyoruz. Bu yüzden RTÜK'ün bu kadar  geniş bir karar yelpazesine sahip olmasına ve hiç kimsenin ondan hesap soramamasına şaşırmamak gerek.

         İçine kapalı, kendi cinselliğiyle, kişiliğiyle, düşünceleriyle, hayat tarzıyla barışık olamayan, özgüveni düşük olan insanların oluşturduğu her toplum doğal olarak muhafazakardır.

         Bu toplumun üyelerinin çoğu “ neysem oyum” deme cesareti gösteremez, gösterenleri de kınarlar. Bu tip toplumlarda cinselliğinizle ve duygularınızla barışık olup, olduğunuz gibi yaşamayı düşünürseniz vay halinize, başınız belada demektir.

         Muhafazakar Türkiye toplumunun, muhafazakar devletinin bir kurumu olan RTÜK'ün verdiği muhafazakar kararlar bir özgürlükçü olarak, beni çok ciddi biçimde endişelendiriyor. Tabii çoğunluk açısından RTÜK'ün kararlarında hiçbir sorun yok; hatta bazıları fazla ılımlı bile buluyor.

         Ama RTÜK'ün, bana kalırsa, ılımlı olduğu ve kurallarını esnek tuttuğu tek alan var: O da şiddet. Şiddet içerikli, mafya konulu film, dizi ve programlara karşı müthiş liberal bir tutum takındığını gördüğümüz Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, saat 23:00’ten sonra yayınlansa dahi iki eşcinselin aynı yatakta görülmesini bile kaldıramıyor. 

         Her muhafazakar toplum, ister istemez iki yüzlüdür. RTÜK'e cinsel içerikli film ve dizilere yığınla şikayet yağdığını biliyoruz; ama bu kişilerin aynı dizileri bizden çok daha bayıla bayıla izlediklerini de biliyoruz. Kendileriyle, cinsellikleriyle barışık olmadıkları için Yok Böyle Dans'ı ailesiyle izlerken yüzleri kızarıyor. “Baksana şu dekolteye, giyinmeseydi bari.” diyor annesi arkasından. Babası da homurdanarak, “Bu da medeniyetse...” diye başlıyor.

         Şu anda RTÜK'e en çok şikayet edilen programlardan birisi de Yok Böyle Dans.

         Yok Böyle Dans'a, RTÜK en kısa zamanda bir uyarı gönderir diye tahmin ediyorum ve heyecanla bekliyorum; acaba milli ve manevi değerlere uygun olmayışından mı, genel ahlaka aykırılıktan mı; yoksa Türk aile yapısına uygunsuzluktan mı ceza verilecek?!

         Türk aile yapısının nasıl bir yapı olduğunu merak ediyorum. Ben Türkiye'de doğduğum için Türk olduğumu varsayıyorum - ki bence millet kavramı sonradan icat edilmiştir-  Şimdi ben, evlendiğimde eğer eşime ailenin reisi olduğumu göstermezsem, çocuğumu benden özerk, kendine güvenen, cinselliğiyle, duygularıyla barışık bir çocuk olarak yetiştirirsem, çocuğum benimle Spartacus'u oturup izleyebilirse benim ailem sanırım Türk ailesi olmayacak. O zaman ben ve ailem nereye gitmeli? Bir toplumda, eğer o toplumu oluşturanlar koyun değilse, sayısız çeşitte ahlak anlayışı ve yaşam biçimi olur. Bu yüzden genel ahlak kavramı ya çok esnek tutulur ya da hiç kullanılmaz. Ben İngiliz, Alman aile yapısı diye bir şey duymadım!

         Elbette aynı toplumda yaşadığımız için belli benzerlikler olacaktır; ama bunun yanında doğuştan getirdiğimiz bir takım özellikler, sonradan edindiğimiz şeyler, yetiştirilme tarzımızla  kazandığımız davranışlarımız... Bunlar aynı toplumda yaşasak da bizi birbirimizden farklı kılan şeylerdir. O halde nasıl genel ahlaktan, ya da 70 milyonu bağlayan bir aile yapısından söz edebiliriz? Eğer açık, çağdaş, liberal bir toplum olma hedefimiz yoksa bu sorunun cevabı çok kolay: Toplumdaki en baskın kesimin ideolojisini ve yaşam tarzını ana doğru kabul edip, diğerlerini yok sayarız, olur biter. Tıpkı Türkiye'deki gibi...

         RTÜK, bu duruma çok açık bir şekilde örnek teşkil edecek bir karar verdi birkaç gün önce:  Atv’nin “Kılıç Günü” dizisindeki eşcinsel karakteri canlandıran Onur Ayçelik‘in Habertürk’te yayınlanan bir programa çıkması ve dolayısıyla programda “eşcinselliğin” tartışılmasından dolayı Habertürk’e 250-500 bin lira arasında para cezası kesti.

         Ortada pornografi yok, şiddet yok, küfür yok, sevişme sahnesi yok, tecavüz, taciz yok!

Yani, eşcinselliğin bir TV kanalında konuşulması dahi ceza getirdi ve bir kere daha, görünmez olsa da toplumun belli bir kesimini oluşturan eşcinseller; bizzat AB yolundaki bir devletin bir kurumu tarafından açıkça yok sayıldı.

         RTÜK Başkanı Davut Dursun ise, beni dehşete düşüren açıklamasında: “Programda geçen diyaloglarda, homoseksüelliğin normal kabul edilmesi gerektiği, bunun bir süreç olduğu, dizi sahnelerinde de homoseksüelliğin toplum nazarında normal görülmesine destek olabileceği vurgusu yapılmıştır. Yayında bu tür ilişkiler, meşrulaştırılıp, normal gösterilmeye çalışılmıştır. Türk aile yapısına zarar verici nitelikte olduğu değerlendirilmektedir. Toplumun milli ve manevi değerlerine ve Türk aile yapısına aykırılık oluşmuştur” diyor. 

         Ben de soruyorum: Toplumun milli ve manevi değerleri varsa, bu toplumda eşcinseller yaşamıyor mu, onların da her insanın sahip olduğu gibi bir takım değerleri yok mu? Toplumun her kesiminde, her meslek grubunda eşcinsel erkek ve kadınlar var; profesör, öğretmen, itfaiyeci, çöpçü, doktor, öğrenci, gazeteci, yazar... Onlar da bu toplumda üretiyor, onlar da vergi veriyor devlete ve onların da milli ve manevi değerleri var!

         Aynı zamanda onların da bir ailesi var. İçinde eşcinsel bir bireyin olduğu bir aile nereye gitmeli? Onlar Türk aile yapısına uygun değiller sonuçta!

         Genel olarak biliyoruz ki, dünyada her on kişiden biri eşcinsel. Ortalama her ailenin dört kişi olduğunu düşündüğümüzde -ki daha fazla- her üç “Türk” ailesinde bir eşcinsel birey var. Bu gerçeklik daha ne kadar devlet ve beraberinde de toplum tarafından yok sayılacak? Bence yok sayma da bir çeşit soykırımdır. Eşcinsel bireyler bir bir intihar ediyorlar. Eşcinsellerde intihar oranı toplumun ortalamasının çok üstünde.  Aileleri ve arkadaş çevresi onları yok sayıyor, devlet ve toplum yok sayıyor. Yok sayılma, görünmez olma, kendini değersiz hissetmeyi getiriyor. Kendinizi değersiz hissetiğinizdeyse boşluğa düşmeniz çok daha kolaydır, boşluğa girdiğinizdeyse intihar dehşet verici bir sonuç olarak kaçınılmazdır. Ama sanırım eşcinselleri intihara sürükleyen bu korkunç tutumlar milli ve manevi değerlerimize uygun!

         RTÜK Başkanı, “eşcinselliği normal göstermeye çalışmak” gibi bir ifade kullanmış. Eşcinsellik evrensel tüm psikiyatri kurumlarınca üç doğal yönelimden biri olarak görülür. Bu konuda baş otorite olan Dünya Sağlık Örgütü'nün, son otuz yıldır açıklamaları, bu konuda çok nettir. Eşcinsellik sıradışı bir şey değil, olağan bir doğal durumdur. Dünya'nın en sıkı rejimlerinden birine sahip süper güç Çin'de bile eşcinsellik 2001 yılından beri doğal bir yönelim olarak tanımlanıyor. Çin Psikiyatri Birliği 2001 yılında eşcinselliği hastalık listesinden çıkarttı ve 2005 yılında bizzat devlet eliyle gay barlar açılmaya başlandı. Çin'de eşcinseller hala zorluk içinde olsa da durum hızla iyileşiyor; homofobi hastalığı dünyada hızla yeniliyor. Ama RTÜK Başkanı Davut Dursun'un bunlardan haberi yok gibi görünüyor.

         Acaba birbirini öldürmeye çalışan iki eşcinsel mafya lideri konulu bir dizi yapsak n'olur? Şiddetten kazanır eşcinsellikten kaybederiz, ama belki o zaman şiddet tılsımı sayesinde bir şans olabilir!