Fransa’da öğrenci olmak bambaşka, Fransa’da yabancı öğrenci olmak daha da başka bir duygudur. Ama öncelikle şunu belirtmem gerek: Bu iki tipin arasında hiçbir fark yok. Yaşanan sorunlar da aynı, elde olan imkanlar da. Bütün bunlara birçok açıdan yaklaşmak lazım.
Bunları Maslow’un piramidinin sırasına göre incelemek gerekirse eğer: Fizyolojik ihtiyaçların karşılanması bakımından dünyanın her yerinde olduğu gibi, ekonomik durum insanların ihtiyaçlarını giderme derecelerini etkilerken, aslında her bütçeye uygun bu ihtiyaçlar giderilebilir. En azından nefes almak, uyumak ve sevişmek bedava. Yani insanın ilkel bütün gereksinimlerini tamamlaması mümkün.
Güvenlik ihtiyaçlarına gelindiği zaman 18 senesini Türkiye’de, İstanbul’da, 3 senesini de Fransa’nın Nice kentinde geçirmiş ve halen geçiren birisi olarak, iki ülke arasında güvenlik açısından ciddi farklılıklar gözlemlemedim diyebilirim. Hava karardığı zaman siyahiler ve Araplar ağırlıkta olmak üzere, bütün etnik ve toplumdan maalesef dışlanmış hisseden toplum bireylerinden bazıları, uyuşturucu satıyorlar ve polis bunlara karşı yetersiz kalıyor.
Ama tabii ki “Sokakta yürürken can sağlığım tehlikede mi?”,”Birileri gelip kapkaç yapar mı?”, “Tecavüze uğrar mıyım?” gibi düşünceler insanların aklından çok sık geçen düşünceler değil. Bunların Türkiye’deki kadar fazla olmamasının sebebi, insanların cinsel ve maddi anlamda doymuşluk seviyesine bağlanabilir. Klişe sözlerle konuşmaktan pek de hoşlanmam aslında. Ama bütün bunlar toplumsal normların gerçekten hazmedilmesine, insanların doymalarına (hem cinsel hem de maddi anlamda) ve bulundukları ülkenin benimsediği siyasi kimliğe bağlıdır. Ben bir kadın olarak barda yanıma bir erkek geldiği zaman doğrudan tırnaklarımı çıkartmıyorum, çünkü biliyorum ki ben istemedikten sonra, yanımdan aynen geldiği gibi nazik bir biçimde kalkıp gidecek. Bu durumda kendini güvensiz hissetmenin aslında pek bir manası yok.
Genelde suçlar, geceleri çok karanlık yerlerde ve hap kullanmış insanlar tarafından işleniyor. Ama polis, anında bilmediğiniz bir yerden çıkagelebilir, buna her zaman hazırlıklı olun. İnanın çok şaşırtıcı. Aslında insanlar genelde birbirlerine çok saygılı oldukları için, manifestolar ve çeşitli protestolar esnasında polisler sadece önlem amaçlı orada bulunuyor ve asla sert bir müdahale etmiyor. Bunun sebebi, herkesin her şeye istediği şekilde direnme hakkının olması. Örneğin; bütün dünya medyasında yayıldığı için herkes bilir, devlet ekonomik sıkıntıda olduğundan dolayı, emeklilik yaşını arttırma yoluna gitti. Fakat birçok insana göre -ki bu benim de şahsi görüşüm- bunun yerine emeklilik maaşlarında azaltma yapma yoluna gidilebilirdi. Halkın çoğunluğu bu uygulamaya karşı geldi ve her yerde, başta otobüs ve tramvay şoförleri olmak üzere birçok kişi greve gitti. Bu uzun sürdü, bunları lise öğrencileri ve üniversite öğrencileri de destekledi. Buna gerçekten hayran kaldım. Çünkü Türkiye’den farklı olarak, insanlar kendi başlarına gelmemiş bir şey için bile eylem yapıyorlar.
Belki de, ileride Pastor Martin Niemoller gibi, şu cümleyi kurmak istemiyorlar: “Önce komünistler için geldiler ve ben sustum. Çünkü Komünist değildim. Daha sonra sosyalistler için geldiler ve ben sustum. Çünkü sosyalist değildim. Bu sefer de sendikacılar için geldiler ve ben yine sustum. Çünkü ben sendikacı değildim. Sonrasında yahudiler için geldiler ve ben sustum. Çünkü yahudi değildim. En son benim için geldiler ve benim için konuşacak kimse kalmamıştı.”
Haklıydılar! Onlar şimdi lisede veya üniversitede öğrenci olabilirlerdi ama bu onların da geleceğiydi. Grevler oldukça uzun sürdü. Uzun bir süre okula yürüyerek gitmek zorunda kaldık, bu beni hiç rahatsız etmedi, çünkü durumun iyileşmesi için birilerinin gerçekten rahatının bozulması gerekiyordu. Açılan pankartların çoğu, “ev-işyeri-mezar” şeklindeydi. Belki, ben onların bakış açısıyla baktığım için olabilir, ama gerçekten böyle bir kararı almak için ortalama yaşam süresine bakılmalı ve ona göre karar verilmelidir. Fransa’da grev hakkı ve çalışma saatleri süreleri de incelenmelidir.
Bugünkü durumu, Karl Marx şu şekilde açıklamıştır: “Tarihini bilmeyen, onu yeniden yaşamaya mahkumdur.”
Kronolojik bir sırayla, Fransa’da çalışma koşullarındaki gelişmelere göz atalım; 1791 senesinde Chapelier kanunuyla birlikte grev hakları ve sendikalara yasak getirildikten sonra, 1864 senesine kadar grev hakkı işçilere tanınmamıştır. Grevler hakkında Fransa’nın durumunu anlatan Emile Zola’nın Germinal eserinin okunması veya filminin izlenmesi bu konuda faydalı olacaktır.1884 senesinde sendikalar yasal bir hal almıştır. Günlük çalışma saatlerine gelince, 1900 senesinde günlük 11 saat, 1919 senesinde günlük 8 saat, 1998 senesinden ise Louis Aubry kanuna göre günlük çalışma süresi 7 saat olup, haftada 35 saate denk gelmiştir ve günümüzde de böyle devam etmektedir.
Neticede pek de istenen olmadı, kanun yürürlükten geçti ve şu anda emeklilik yaşı arttırıldı ama güzel olan başka bir durum ise insanların haklarını aramaktan vazgeçmemesidir.
Biz konuya Maslow’un piramidinin 3. aşamasıyla devam edelim: Ait olma ve sevgi ihtiyaçları. Herkes beni olduğum gibi kabul etti, bir Türk’ün buraya böyle alıp başını gelmesi, hem herkeste garip bir his uyandırdı, hem de mutlu oldular. Çünkü bize gerçekten uzaklar, uzaklık sadece kilometrelerle ölçülmez, bizi gerçekten bilmiyorlar. Bildikleri sadece, İslam ve dünyadaki İslami terör, ama kimsenin onlara kızmaya, onları ayıplamaya hakları yok aslında. Çünkü onlar araştırmadan, sadece medyanın ve özellikle de popüler kültürün onlara yansıttıklarını alıyorlar. Dünyaya bakış açıları gerçekten dar, bunu söylemeden geçmek olmaz. Fransızlar içlerine kapanık olarak adlandırılabilirler. Bunun en güzel örneği, 21.yy’da hala herkesin Fransızca konuşmasını beklemek ve İngilizce konuşmaya direnmektir. Fakat tarihlerine bakıldığı zaman çok önemli düşünürler yetişmiştir. Ben bir Türk olarak burada asla ırkçılığa ve ayrımcılığa denk gelmedim. Devlet herkese nasıl davranıyorsa, bizlere de öyle davranıyor.
Nice, Fransa’nın güneyinde kalan ve yabancıların oldukça çok olduğu bir şehir. Ben edebiyat fakültesi-sosyoloji bölümü öğrencisi olarak, okuldaki öğrenci birliği seçimlerine de katıldım ve birçok göreve 2 seneliğine seçildim.
İlk maceram 2009-2010 eğitim senesinde öğrenci bürosuna aktif üye olarak girmekle başladı. Çalışmalarım başarılı bulunduğu zaman önce sekreterlik yaptım ve şimdi de muhasebeden sorumluyum. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim; öğrenci seçimlerinde siyaset etkili değil. Okulda okuyan hemen hemen bütün öğrenciler, bir siyasi ideolojiye az çok hakim ve bu konuda bilgili, ama öğrenci birliğine pek karışmıyor.
Bütün üniversiteler devlet üniversitesi ve senelik ücret sağlık sigortası ile birlikte 408 Euro (yaklaşık 800 TL). Yemek fiyatları ise, bütün kampüslerin yemekhane ve kantinlerinde herkesin kesesine göre ayarlanmış durumda. Devlet, öğrencilere yabancı veya Fransız ayrımı yapmaksızın bir bütçe ayırmış durumda. Her ay bütün öğrencilere 90 ile 170 Euro arasında değişen bir “kira yardımı” yapılıyor ve buna sahip olmanın tek koşulu, öğrenci olmak. Bunun dışında da öğrencilere birçok yerde indirim yapılması söz konusu. Bir örnek vermek gerekirse, senede 200 Euro’ya %100 kapsamlı sağlık sigortası yaptırıyorsunuz. İlaca, doktora ve ameliyata asla para verilmiyor ve devlet bu ücretin %50’sini sizin banka hesabınıza geri yatırıyor.
Şimdi biraz da meclisteki partilerden ve Fransa’daki seçim sisteminden bahsedelim:
Fransa’da, Türkiye’dekinin aksine önce hangi parti iktidara gelirse o partinin başkanı, cumhurbaşkanı oluyor. Fransız meclisinde 6 tane grup var: Komünist ve Cumhuriyetçi Sol Grup, Demokrat ve Sosyal Avrupa Birliği, Sosyalist Parti, Merkezci Parti, Toplumsal Hareket Partisi ve bağımsız milletvekilleri.
Buna karşın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 8 tane grup bulunmaktadır: Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Barış ve Demokrasi Partisi, Demokratik Sol Parti, Demokrat Parti, Türkiye Partisi ve bağımsız milletvekilleri.
Fransa’da 1789 Fransız ihtilali ile başlayan, 1830 senesinde 3 zafer devrimiyle süren, 1848 senesinde “halkın baharı” ismiyle devam eden devrim hareketi, günümüzde hala sürmektedir.
İnsanlar dünyanın neresinde olursa olsun haklarını sonuna kadar savunmalı, küçük veya büyük, inandıkları şeyler uğruna mücadele etmekten çekinmemelidirler.