Genelkurmay Başkanlığı; “dilimiz üzerine yapılan tartışmaların, cumhuriyetimizin temel kuruluş felsefesini kökten değiştirecek bir noktaya doğru hızla götürülmeye çalışıldığı endişeyle izlenmektedir” dedi. Ardından, TSK’nın ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olacağı vurgulandı. Yani bir nevi meclisin ‘öteki’si BDP’ye ayar verildi. Kötü çocuk azarlandı. BDP’nin son dönemdeki, Kürtçe’yi öne çıkartabilme adına yaptığı çalışmaları(Kürtçe tabela uygulaması) ve bunun nasıl rahatsızlık yarattığını hepimiz biliyoruz. Fakat aynı şekilde, anayasal düzende bunun bir suç teşkil etmediğinin de farkındayız. Özetlemek gerekirse, bir anayasal boşluktan bahsediyoruz…
Sokağa çıktığında, kafanı dik tut. Dükkân tabelalarını oku. Kaç tanesi Türkçedir ki? Bu öz sermayenin gelişememesine bir tepki değil, sadece malum dil hariç her dilin zaten hayatımızda olduğunun kanıtı. Kimse de, bunlar etrafında olurken farkında bile değil. Çünkü rahatsız değil. Fransız şarabı içmek için gittiği restaurantta, gittiği yerin adının Türkçe olmasını beklemez kimse. Kaç tane çocuğu hamburger yemeden dönerle büyütebiliriz ki? Burada önemli olan, etrafta bunlar olurken kimsenin rahatsız olmaması. Zaten de açık sermayenin hakim olduğu toplumlarda farklı dillerin pazar hakimiyetlerinin olması kaçınılmaz bir durum. Burada mesele hazımsızlık. İnglizce olur, Fransızca da, Japonca, Almanca hatta Korece bile olur ama Kürtçe mi? Hayatta olmaz durumudur.
Yine Demirtaş’ın söylediklerinden yola çıkalım. Ana dilimizde eğitim görebilmek istiyoruz diyor. Bunu duyunca tüyleri diken diken olanlarımız da vardır. Peki; ben size sormak istiyorum. Her okulda zorunlu yabancı dil dersi varken, neden seçmeli Kürtçe ders olamaz? Yani hep bu üzerinden dem vurulan anayasa, nasıl bir kitaptır ki ilk maddesi herkesin eşitliğini baz alarak yazılmasına karşın, kişiye ya da kuruma göre kanun yapar? Tabii ki öyle bir şey de yapmaz. Kişiye göre kanun olmaz. Sadece varmış gibi davranılır. Söylenilmeyen sözlü bir anlaşma gibidir bazı şeyler. Leyla Zana kürsüden indirilirken de aynı anayasa ile yönetiliyordu bu ülke. Hasip Kaplan’la Leyla Zana arasında fiilen bir fark var mıdır sizce? Kanun aynı ama sözlü yasa farklı.

Yazar: BAĞIRAN KÖŞE