ADALET VAR MI?... YENİ BİTTİ


         Devletli toplumlar, kurallarla birlikte var olurlar. Kuralların hayat bulduğu yerse; adalet alanıdır. Her ülkenin vatandaşı, vergi verdiği devletin adaletini herkese eşit dağıttığını, bunu yaparken belli bir sorumluluk içinde davrandığını görmek ister. Bu istek öyle bir istektir ki, yerini umutsuzluk aldığında devlet sadece bir terim haline gelir.



Bugünlerde Türkiye, 102. maddenin getirdiği uygulamalarla sarsılıyor. Türkiye adaleti sarsılıyor. Yıllardır sarsılan herkese eşit adalet isteği, bir kere daha kökünden deşiliyor. Umutsuzluğun ve yılgınlığın kötü kokusu, leş yığınlarıyla dolu bir bataklığı andırıyor. Kapalı kapılar ardında yapılan adalet pazarlıklarının yansımaları, devlete vergi veren insanların vicdanlarını yakıyor.


Domuz bağıyla acımasızca insanları öldüren Hizbullah militanlarının, bu maddeden destek bularak, bir bir kutlamalar eşliğinde dışarıya çıkmaları tam anlamıyla korkunç! Ama bundan daha da kötüsü ve ürkütücü olanı, siyasetçilerin, adalet bakanımızın ve yargı mensuplarımızın bu maddeden sonra ortaya çıkacak uygulamaları görememeleri. Görememeleri diyorum; çünkü çok iyi niyetli bakmak istiyorum olaya. Çünkü bu korkunçluğa, bu eşitsiz adalet dağıtımına, en hafif ifadeyle bu işgüzarlığa biraz şüpheci bakarsam ruh sağlığımın bozulacağından eminim.


Böyle bir hukuk skandalının, 100. yılına giden bir cumhuriyette olabilmesi bir utançtır. Bu, bizim hala çocuk bir ülke olduğumuzu gösterir kanımca. Kuralları oturmamış, demokrasisi oturmamış, çoğulculuğu anlayamamış, maceracı politikaları akılcı politikalara tercih eden bir ülke olduğumuzun kanıtıdır bu skandallar.


Türkiye bir muz cumhuriyeti mi? Türkiye vatandaşları, katillerin, radikal dinci teröristlerin, militanların sokakta dolaştığı, sayısız meçhul faili bulamayan, kimlikleri, ifade özgürlüğünü anlayamayan, protesto ve örgütlenme hakkını göz ardı eden bir adalet için mi veriyor vergilerini?


Verilen vergiler, neo islamcı statükoyla kemalist statükonun çarpışmaları arasında kaybolup gidiyor. Düşünceler çarpışırken adalet, hantal işleyişiyle, sorumsuz siyasetçilerin de katkısıyla dengeleyici işlevini yerine getiremiyor. Adaleti politik gücün belirlediği yolun varacağı noktanın başka bir yer olması pek mümkün değil zaten.


Biz daha maceracı politikalara devam edelim. Daha kendimizi yönetemezken, yeniden bir Osmanlı İmparatorluğu kurmaya çalışalım. Enver Paşa mantığını yeniden deneyimleyelim!...


İçinde bulunduğumuz durumda, Adalet Bakanlığı'yla, hakimler arasındaki polemikler devam ediyor. Hala daha bunun iktidarı düşürmek için bir oyun olabileceğini düşünen uçuk komplocular var! “Mutlaka dışarıdan bir müdahale olmalı. Yoksa biz müthiş, çılgın Türkleriz!”mantığı, özeleştiri eksikliği son noktada.


Bir kere daha itiraf edelim: "Biz, Türkiye toplumu olarak, devletle, herkesi kapsayan yeni bir toplumsal sözleşme yapmak zorundayız.”


Statükoların çarpışmalarını püskürtüp, sorumsuz siyasetçileri politik alandan çıkartıp uyumlu bir anayasaya gitmek zorundayız. Humanist, kimlikleri reddetmeyen, eşit adalet dağılımını, protesto ve örgütlenme hakkını, özerk üniversiteyi temel alan bir yola girilmeli. Yoksa adalet boş bir laf olmaya doğru hızla gidiyor Türkiye'de.

Adaletin; zihniyetlerin savaş alanı olmasına dur demeli; nötr, olabildiğince ideolojisiz -Avrupa Birliği yolunu yeniden canlandırabilme kapasitesine sahip- yeni bir anayasa, olabilecek en kısa sürede gündeme alınmalıdır.