O an dört kez ertelediğim alarmın ısrarlarını kıramayıp uyanıyorum. Uyandıktan sonra geçen ilk on dakikada muhtemelen otuz tane küfür ediyorumdur ben. Ağzı bozuk olmanın böyle kötü tarafları da var. Konumuz bu değil tabii. Aslında bir konu var mı bilmiyorum da; üzerinde hiç düşünmedim.
… Evden çıkıp durağa doğru yürürken bizim bakkala uğruyorum. Enerji içeceği alıp midemi birazcık daha delip kendime gelmeyi umuyorum. Belli ki evde içtiğim kahveler yetmemiş. O an bakkalın küçük televizyonunun ekranında takım elbiseli adamın biri başbakanın o günkü programını anlatıyor. Zaten halk başbakanın programını öğrenmeden kesinlikle güne başlayamaz. Bakalım işini yapıyor mu?
71 T-72 T çok kalabalık oluyor sabahları. Birazcık zorla binebiliyorum. Dört durak sonra artık otobüs tıka basa dolmuş oluyor. O sırada amcanın biri orta kapıdan oradaki bir iki insanı dirsek darbeleriyle etkisiz hale getirerek de olsa araca biniyor. Bu tek round süren mücadele beni epey sinirlendiriyor. O an bağırarak otobüsteki bütün asık suratlara ‘’ Ya biraz gülsenize. Biz ne zaman bu kadar mutsuz insanlar olduk?’’ diye sorasım geliyor, susuyorum. Az sonra birileri kavga etmeye başlıyor. Tam da o sırada benim içimden ‘’Ya ne zaman birbirimizden böyle nefret etmeye başladık?’’ diye bağırmak geliyor. Biraz sonra bunca kalabalığa aldırmadan makasa giren otobüs şoförüne benim de ana avrat sövesim geliyor. Hafif bir tebessüm ediyorum kendi halime.
Tütünüm bitmiş. Çiçek Pasajı’nın açık olmasını umarak Tepebaşı’nda iniyorum. Yürüyorum ve insanların yürürken kafalarını kaldırmadıklarını fark ediyorum. Tütünümü falan alıp İstklal’de yürümeye başlıyorum. Az sonra yanımdan birkaç tane asker geçiyor. Anneme anlatmak istiyorum. ‘’Anne beni askere alacaklar. Oysa ki o dönemde benim okumam yazmam gereken çok şey var. Oysa tam da o dönemde ben bu ülkedeki haksızlıkları insanlara atmalıyım. Ne bileyim aşık olmalıyım belki. Sarhoş olup kusmalıyım. Birkaç devrimciye saygı duruşunda bulunmalıyım…’’ Annem bunu söylesem kızacak. ‘’Git askerliğini yap da adam ol biraz,’’ diyecek. Bu esnada susmam gerektiğini anlıyorum. Çünkü susmazsam halkı askerlikten soğutmaktan içeri atacaklar beni. Bin türlü işkence…
Günün kalan kısmına konsantre olmak çok zor. Akşam haberleri izlemek mesela… İnsanı bildiğin aptallaştırıyor. Daha bir ağzını bozuyor. Bütün bu nefretin sebebi ve nasıl böyle sıradanlaştırıldığını merak ediyor insan. Şiddetin nasıl sıradanlaştırıldığını ve sürekli yeniden üretildiğini merak ediyorum. Kendimce birkaç fikrim var ama galiba şu an bunları anlatamayacak kadar nefret ediyorum birçok şeyden.
İstanbul güzel de ülke kötü desem durumu kurtarabilir miyim? Yok canım öyle iş mi olur? Sonra tanımadığım insanları, şehirleri, ülkeleri daha bir seviyorum. Tanıdıklarım umudumu epey kırmış. Annem salonda ‘’Bu çocuktan da adam olmadı gitti,’’ diyor bu meseleyi hiç umursamayan babama. Çok mu duygusal oldu bu yazı ne? Konferans edasında olması gerekmiyor muydu? Yok, boşver gerekmesin bu kez. Hala umudumun kalmış olması lazım, evet baktım kalmış.
Anneme kızamıyorum. ''Acını süpürmek için açtığında kapıyı adı başka, sesi başka nice yaşıtım koynunda çiçekler içinde bir ülke getirirler.'' diyerek damardan giresim geliyor. O sıra başbakanın ulusa seslenmesini veriyor televizyonlar. Ben de mecburen susuyorum.