TÜRKİYE'DE BİLİNMEYEN DİL, BİLİNMEYEN İNSANLAR


Hepimizin bildiği gibi; Türkiye, çok uluslu bir imparatorluğun mirasını devralmıştı. Buna istinaden, bir ulus devlet yapısı oluşturdu. Oluşturulan bu yapı, öyle bir hal aldı ki; yasalar; "Her birey ideolojisi kadar eşittir" şeklinde uygulanmaya başladı. Türkiye’de her kurumun bir resmi ideolojisi vardır. Şimdi yavaş yavaş şartlar değişse de, bu sefer de din temelli bir ideoloji yaratılmaya başlanmıştır. Buradan çıkan sonuç: Resmi bir ideoloji ve devamlı o ideolojiye ekleme yapmak isteyen siyasetçiler. Peki nedir bu resmi ideoloji? Aşırı ve ırk tabanlı milliyetçilik...
         Baskın Hoca’nın Türk siyasal terminolojisine soktuğu bir sözcük vardır: "LAHASÜMÜT" Laik olmak kaydıyla Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk. Makbul olan vatandaş, devlet gözünde budur. Türk olması olmazsa olmaz bir kavramdır. Ondan önce de Müslüman olması beklenir. Sonra Sünni olması,
Hanefi mezhebine mensup olması... En son köklerden yetişen ideoloji, "Laik de olmalısın." der. Bu kavramlar devamlı birbiriyle çatışır. Hatta iktidar partilerinin değişmesiyle, bu kavramlar arasında da geçişler yaşanır. Tek bir şey hariç: Türklük bilinci...

         Diyarbakır’da sürmekte olan KCK davası... Kim haklı, kim haksızı tartışacak hukuki bilgiye sahip değilim. Zaten iddianameler o kadar uzun ki, savcıların iddianameleri okumaları, zanlıların ömür boyu tutukluluk hallerini gerektirecek zaman aralığında. Benim takıldığım ve anlamadığım nokta, Kenan Evren zihniyetinde görmezden gelinen bir ırk, dilin varoluşu. Diyarbakır Özel Yetkili 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 151 Kürt siyasetçisi ve insan hakları savunucusunun yargılandığı davanın 3 Kasım’daki duruşmasında, kapatılan DTP’nin Genel Başkan Yardımcısı Bayram Altun’un, Kürtçe savunma yapması üzerine, Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz, “Kürtçe olduğu düşünülen bilinmeyen bir dilde savunma yapmaya devam ettiği görüldü.” diyerek, sanıktan mikrofonun alınmasını istedi. Bakın; Mahkeme Başkanı, yani asıl işi insanların savunmalarını dinlemek olan kişi, "bilinmeyen bir dil" vurgusuyla mikrofonun alınmasını istiyor. İnsanların en temel hakkı olan savunma hakkı ellerinden alınıyor. Ben de bu durumun siyasi olduğunu düşünenlerdenim. Ama farz edelim ki siyasi olsun, o zaman da  "İnsanların siyasi görüş sahibi olmaya hakkı yok mu?" sorusu çıkıyor karşımıza.
         Bir örnek verip yazıyı bitirmek istiyorum: Bilge köyü katliamını hepimiz biliyoruz. Başbakan, bakanlar, haberciler olaydan sonra bölgeye akın ediyorlar. Türkçe konuşan tek birini bulamıyorlar. Çözüm kolay: Kabineden bir bakan, tercümanlık görevi üstleniyor ve bilinmeyen bir dilde konuşuyor. Peki, neden kimse Türkçe bilmiyor? Çünkü bu topraklarda doğan erkeklere -eğer ki Türkçe bilmiyorsa- askerde Türkçe öğretiliyor. Kadınlarsa bazen kocalarından bir iki kelime öğreniyorlar, bazense tek kelime bilmeden yaşıyorlar. Bilge Köyü vakasından sonra da, katliam yüzünden erkeklerin çoğunun ölmesi, ölmeyenlerin de kan davası korkusuyla kaçmaları, köyde Türkçe konuşacak insan bulmayı olanaksız hale getiriyor. Peki, kimse Türkçe bilmiyor da niye köyün adı Türkçe (Bilge köyü)? Burada da resmi ideoloji ve Lahasümüt’ün T’si devreye giriyor. Devlet; "Önce Türk olacaksın arkadaş, biz zamanında Güneş Dil teorisini boşuna getirtmedik." diyor. Geriye de bilinmeyen bir dil ve bilinmeyen insanlar kalıyor.

Yazar: Bağıran Köşe