Bugün dünya ülkeleri devletlerüstü bir denetleme kurumuna ihtiyaç duyuyor. Bunu bütün uluslarası ilişkiler bilgisi olanlar ve yaşadığı hayatı sorgulayanlar bilir. Artık şirketlerin, hükümetlerin, dolayısıyla bireylerin denetimi gücü azalmış durumda. Gerek kontrolsüz para akımları, gerek kötü amaçlı örgütlenmeler, gerek bireylerin özel yaşamlarına müdahale veya dahiliyet... Bunlar, maalesef önüne geçilemeyen sorunlar. Şu an her ne kadar bütün toplumlar ya da bireyler, bu ihtiyacı derinlerinden hissetmeseler de, devletlerüstü denetleme kurumunun oluşturulması en yakın yola gibi gözüküyor, uzun vadede.
Yani bugün, böyle bir ihtiyaçtan söz edebiliyoruz. Dünya nüfusunun, yani toplumların, böyle bir talebi doğar gibi oldu aslında.
Halklara bakarsanız, yolsuzluk istemezler, hırsızlık istemezler, kavga kargaşa istemezler. Bütün halklar için bu böyledir. İnsanlar kendi evlerini su basmasını neden istesinler ki?
Dolayısıyla bu kendinden emin yaşayabilme talebi, yönetim tarafından halka uygun yolla ulaştırılır. Bunun adı anayasa olur, bunun adı polis olur, asker olur, mahkemeler olur, okullar, hastahaneler, santraller, demiryolları, işletmeler vs. olur.
Aslında bu olay, devletle halk arasında yapılan bir takas işlemine benzer. Devlet vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılarsa, vatandaş da birçok sorumluluktan kurtulup, kendi hayatını en iyi idame edecek şekilde devletine katkı sağlar. Buradaki ilişkiyi görebilmeliyiz. Ilişkiler, taleplere gelen arzulu cevaplara bağlı olarak yürür. Dolayısı ile devletle halk arasındaki ilişki, diğer bütün ilişkilerde olduğu gibi karşılıklı ve çapraz bir düzenekte gerçekleşmelidir.
Bu alışveriş işini daha iyi anlamak için ticareti ele alalım.
Ticaretin doğuşunu inceleyecek olursak eğer; ticaretin takastan gelme olduğunu kolayca anlarız sanırım. Ticaret, bir kişinin ihtiyacını başkalarından dilenerek karşılama şeklidir. Bu noktada, dilenmek eylemi çok zayıf, çok enerjisiz, çok çabasız bulunduğundan, insanlar değiş tokuş eylemine geçmişlerdir. Çok büyük ihtimalle, bu olay böyle gelişmiştir.
Örneğin; ben ağaca çıkıyorum korkusuz, sen ava gidiyorsun korkusuz, o zaman ben sana bir kucak ceviz toplayayım ağaçtan, sen de bana et getir ki hem et hem ceviz yiyelim.
Tabii zamanla, bu ihtiyaçlar değiş tokuşun da ötesine geçiyor. Benim gözlerim iyi görüyordur mesela, çünkü ben çok gezmişimdir, çok konuşurum, çok dinlerim, çok ilişkiye girerim doğayla, o zaman ben ava takılan bir dürbün gibi giderim ava. Yanımda büyük ihtimal kulağı iyi duyan bir öldürücü arkadaşım olur. Ikimiz de avcı oluruz, avladığımız hayvanı bölüşüp yeriz. Bu da ortaklık anlaşması olsun.
İhtiyaçların gelişimi üretimle sonlandığı için, ihtiyacı olan bütün insanların talebi artınca, o ihtiyaçlar diye bahsettiğimiz şeyler, şu anda hayatımızda olan bütün eşyalar, bütün kurumlar, bütün normaller haline gelmiştir.